Şuanda 68 konuk çevrimiçi
BugünBugün1022
DünDün2294
Bu haftaBu hafta6994
Bu ayBu ay40731
ToplamToplam10157286
Dinin devrimci harekete etkileri PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Pazar, 30 Mayıs 2021 12:21


 

 

Konu yenidir. Devrimciler arasındaki şiddet konusunda yaklaşık on yıl önce yazdığım bir yazıda konuya kısaca değinilmişti, bu yazı biraz genişletilmiş halidir ve daha çalışılması gerekmektedir.

Önce genel bir saptamayla başlayalım: Türkiye bir şiddet toplumudur ve bu şiddet devlet şiddetiyle sınırlandırılamaz. Böyle bir toplumdan doğan solun şiddetten azade olması mümkün değildir. Devrimciler yaşadıkları toplumsal sosyalizasyonun etkilerini değişik oranlarda devrimci harekete de taşıyacaktır.

Aynı saptama din için de yapılabilir.

Burada din denilince Sünnilikle Alevilik arasında ayrım yapmıyorum. İkisi arasındaki farklılıklar konumuza girmemektedir.

Devrimcilerin tamamına yakını kendisini ateist olarak tanımlar ama buradan içinde sosyalizasyon yaşadıkları toplumsal kültürün etkilerinden kurtulabildikleri anlamı çıkmaz. Bu etki bilinçaltında olabilir, kabul edilmeyebilir ama vardır.

Devrimciler arasındaki şiddeti savunan yoktur ama bu onun var olmasını engellememektedir.

Devrimciler arasındaki şiddet konulu yazıda (bu yazı www.yazinverlag.org adresinde bulunabilir) dinin devrimci hareketteki etkilerini şiddet bağlamında incelemiştim.

İslamiyet tarihi boyunca şiddetin yoğun olarak yaşandığı bir dindir ve dolayısıyla devrimciler arasındaki şiddetin İslami temellerinin bulunması da normaldir.

İkinci olarak, din, söylemi de etkilemiştir. Kendisini ateist olarak tanımlayan insanlar hayatını kaybeden devrimciler için “şehit” belirlemesi kullanırlar ve bu onları rahatsız etmez.

Bu çerçevenin dışına çıkarak inceleme sürdürüldüğünde konunun mistik boyutu bulunduğu da görülür. Bir şeyin varlığının reddedilmesi ama bulunması ancak bilinçaltına itilmiş olmasıyla, orada başka unsurlarla bütünleşmesiyle açıklanabilir.

Bu konuda –yakında yayınlanacak olan sol içi şiddet yazısının genişletilmiş halinde belirteceğim gibi- İbrahim Kaypakkaya iyi bir örnektir.

İbrahim Kaypakkaya Alevi olmasına rağmen Hüseyin İnan gibi bunu belirtmemiştir. 50 yıl öncesinin sosyalistleri için bu davranış tipiktir. Ateisttirler ve buna uygun bir davranış tarzı olarak Alevi olduklarından söz etmezler.

Bu durum Kaypakkaya’nın anılmasında Aleviliğin önemli rol oynamadığı anlamına gelmez.

Politik görüşleri olarak bakıldığında Kaypakkaya’dan günümüze kalan çok azdır.

Ülkenin yapısını yarı feodal olarak tanımlamıştır. 1970’li yıllarda da bu görüş yanlış olmakla birlikte anlaşılabilirdi, sonrasında ise savunulacak yanı hiç kalmamıştır.

Zamanın Beyaz Aydınlık etkisinden kaynaklanan Sovyet sosyal emperyalizmi tezinin de savunulacak yanı kalmamıştır. SSCB’nin çözülme ve ortadan kalkma sürecinde bir burjuvazinin ötekine dönüşmediği, tersine komünist partisinden çıkarak yeni oluştuğunu değişik yazılarda fazlasıyla açıklayabildiğimi sanıyorum.

Kemalizmin faşizm olarak görülmesi ise kaba bir yanlıştır. Yarı feodal bir ülkedeki rejim faşizm olarak tanımlanamaz. Faşizm için kapitalist ülke gereklidir. Her baskı rejimi faşizm olarak görülemez ve buradan da daha az baskı olduğu sonucu çıkmaz.

Geriye Ermeni soykırımının savunulması kalmaktadır ve bu doğrudur.

İbrahim Kaypakkaya her yıl anılır ve bu anmaların merkezinde politik görüşleri değil işkenceye direnmesi ve öldürülmesi yer alır.

Kaypakkaya’nın görüşlerini savunan ve kendi içinde değişik parçalara ayrılan hareketlerde Alevilerin büyük oranda yer almasını da dikkate alarak şu saptama yapılabilir:

Bir kişi yaklaşık 50 yıldan beri temel olarak gördüğü işkence bazında anılıyorsa, bu O’nun Alevi tarihinde Hallac-ı Mansur ve Nesimi gibi işkencede hayatını kaybetmiş ama tutumundan taviz vermemiş olanlarla bütünleştiği anlamına gelir. Bu bütünleşme bilinçaltındadır ama vardır.

Bu bağlamda Kaypakkaya Alevi tarihinin büyükleri arasındadır ama ateizm saptaması bunun açık olarak yapılmasına engeldir. Bu durum bilinçaltındaki bütünleşmeyi engellememektedir. Bir devrimcinin neredeyse 50 yıldır temel olarak gördüğü işkence bazında anılmasının başka açıklaması bulunmuyor.

Yakında yayınlanacak genişletilmiş yazıda sosyalist hareketteki bağnazlıkla din ilişkisi üzerinde de duracağım.

İslam’da temel saptamalar vardır ve bunlar tartışılamaz. Keza peygamberin davranış tarzını, sözlerini tartışamazsınız. Bunlar doğrudur ve bu doğruluk inanç temeline dayanır; bilimsel temeli yoktur. İnanıldığı için savunulur.

Benzer durum sosyalist harekette de vardır. Marksizmin bazı temel saptamaları, tarihte bunların yanlışlığı ne kadar görülmüş olursa olsun, tartışılamaz. Bunlara inanç temelinde inanılır.

Bu durum, temel saptamanın farklı yorumlanmasını ama adının aynı kalmasını engellemez. İslamiyette de böyle değil midir?

Yakında yayınlanacak olan ve Bulgaristan tarihini inceleyen internet kitabında bu ülkede –ve benzerlerinde- sosyalist devrimden sonra proletarya diktatörlüğü kurulmadığını açıkladım. Bu ülkede kurulan işçi sınıfı-küçük köylülük diktatörlüğüdür ve ikincisi belirgin olarak ağır basmaktadır. İlki sayı olarak oldukça zayıftır. Ancak ülkenin sanayileşmesinden sonra köylülükle bağı kesilmese bile sayısı artan işçiler temelinde proletarya diktatörlüğünden söz edilebilir.

Deyim her zaman aynı kalmış olmakla birlikte uygulama çok farklıdır.

Çin gibi ülkelerde ise sosyalist devrimden sonra halk diktatörlüğünden söz edilmesi gerçekte olanın adıyla çağrılmasından başka bir şey değildir.

İslamiyetin bir şey söylemek ama başka bir şey yapmak anlayışını burada da görebiliyoruz.

Önemli olan inanmaktır. Bu inancın iç çelişkileri önemli değildir ve fark edilmez, gösterilse bile görülmesi zordur.

Mesela Aleviliğin barış inancı olması gibi…

Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk döneminde sınır ötesi fetihler yapanlar Bektaşiler değil miydi?

Ordunun vurucu gücünü oluşturan ve Hıristiyan çocukların ailelerinden koparılarak asimile edilmelerine dayanan Yeniçeriler Bektaşi değil miydi?

Yeniçerilere sahip çıkıp, onları yüksek sayıda katlederek ortadan kaldıran ve Osmanlı’da reformların ilk gerçek uygulayıcısı II. Mahmut’u lanetle anmak ama onun devamcısı Mustafa Kemal’i sevmek; bu nasıl bir çelişkidir?

Burada belirleyici olan inançtır.

Dinin devrimi hareketteki etkilerinde de inanç temelinin önemli payı vardır.

 

Son Güncelleme: Pazar, 30 Mayıs 2021 14:46