Şuanda 66 konuk çevrimiçi
BugünBugün706
DünDün1042
Bu haftaBu hafta1748
Bu ayBu ay22750
ToplamToplam10184804
Veba Geceleri PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Cuma, 28 Mayıs 2021 13:39


 

 

Bitirdim. Yeni bir anlatım tekniği ve zaten ilk sayfada “roman biçiminde yazılmış bir tarih” denilerek de belirtiliyor. Bu tekniğe uygun olarak esas olan anlatım, konuşma çok az…

Roman kendiliğinden gelişen ihtilal ile bitseydi bence daha güzel olurdu. Yaklaşık son 150 sayfa bana gereksiz uzatma gibi geldi. Kendiliğinden gelişen ihtilal olur, Osmanlı’nın Minger vilayeti bağımsızlığını ilan eder, roman burada biter ve belki “yıllar sonra” diye bir bölüm de eklenebilirdi.

Romana yönelik iki kemalist eleştiri üzerinde kısaca duracağım.

İlki, Orhan Pamuk’un Abdülhamit’i övmesi ya da olduğundan iyi göstermesidir.

Romanda böyle bir şey bulunmuyor. Abdülhamit hakkında araştırma yapmadım ama anlatılanlarla bildiklerim çakışıyor: her tarafa hafiyelerini gönderen, aşırı derecede kuşkucu ve sinsi, olduğundan başka türlü görünmeye çalışan bir padişah. Rakiplerini birbirine karşı kullanmakta usta olduğu da biliniyor.

Troçkistler Stalin hakkında ne söylerlerse, Kemalistlerin de Abdülhamit hakkında aynı belirlemeleri yapması gerekiyor her halde!

Abdülhamit’in polisiye romanlara düşkün olduğunu, her gece uyumadan önce böyle bir romandan parçaların kendisine okunduğunu ve özellikle Sherlock Holmes’u sevdiğini romandan öğrendim.

Abdülhamit kusursuz cinayet için batı dillerinden özel olarak kendisi için çevrilen son polis romanlarını izliyor. Genel okuyucu için yapılan sonraki baskılarında bazı sayfalar ortadan kayboluyor, Abdülhamit bunların yayınlanmasını sakıncalı buluyor. Mesela –polis romanı olmasa da- Monte Kristo Kontu romanından fare zehriyle birisinin yavaşça ve iz bırakmadan öldürülme yöntemini anlatan sayfalar kayboluyor.

Romanda Mithat Paşa’nın önce idama mahkum edildiğini, ardından bağışlanıp sürüldüğünü ve orada nasıl olduğu bilinmeyen şekilde öldürüldüğü belirtilir. Abdülhamit’in yeğeni olan kadının belirttiği gibi, “Kanıt yok ama O’nun yaptırdığına eminim”.

Romanda Minger adasında kişiler arasında geçen konuşmada iyi bir belirleme var: burada Sherlock Holmes usulü yürümez, Türk usulü yürür.

Bu şu anlama geliyor: kanıtları toplayıp, birleştirip suçluyu bulmakla uğraşmak yerine yatırırsın falakaya, itiraf ettirirsin!

Bu saptama aynı zamanda Türk edebiyatında polis romanı türünün neden gelişmediğini de açıklar. İşkenceyle suçlu bulmaya dayanan polis romanı olmaz ki!

İkinci olarak, herhalde kemalist birisi romanın yayınlandığı YKY Yayınları’na kitapta Atatürk’le alay edildiğini şikayet etmiş!

Bu zat roman gerçeğiyle hayattaki gerçeği ayıramadığı gibi romanda alay da göremedim.

Minger’in kendiliğinden gelişen bir ihtilalle bağımsızlığını ilan eden bir subay ve kolağası. Mustafa Kemal da bir zamanlar bu rütbedeydi. Keza ihtilal önderinin Mingerce isim bulma merakı, yeni alfabe istemesi de Mustafa Kemal’e uyuyor

Adam sonra vebadan ölüyor. Atatürk de sirozdan ölüyor.

Bunlardan ne çıkar ki!

Romanda birlikte yaşayan Müslüman ve Hıristiyanlar arasındaki sürekli çekişmeler anlatılıyor. İki taraf da dinine düşkündür.

Burada önemli bir eksik gördüm: Müslümanlar ve Hıristiyanlar Osmanlı İmparatorluğu’nda yıllarca birlikte yaşadılar. Burada “birlikte” kelimesinin açılması gerekir. Yan yana birlikte yaşadılar, iç içe birlikte yaşamadılar. Aynı durum Türk, Kürt, Arap Müslümanlar için de geçerlidir. İç içelikleri aynı dinden oldukları için daha fazla olabilir ama zorlanmadan ayrışabilecek bir iç içelikti bu.

Çok kişi Osmanlı’nın son yıllarına kadar Ermeni ve Rumlarla birlikte yaşandığını biliyor ve bunun sürmesi gerektiğini düşünüyor.

Süremezdi!

En başta Osmanlı’da yapılan reformlar özellikle Hıristiyanlara yarıyordu ve bunlar Türk, Kürt ve Araplardan ya da genelde Müslümanlardan daha ilerideydiler. Dolayısıyla fark açılıyordu.

Osmanlı tarihi boyunca imtiyazlı din olan İslamiyet mensuplarının laikliği kabul etmeleri aynı zamanda İslamın en yüce din olduğun görüşünden uzaklaşmaları anlamına gelecekti. İslam ve özellikle onun Sünni mezhebi devlet diniydi ve kendi dışındakilere karşı toleransı zayıftı. Hıristiyanlar yüzyıllar boyunca dini yönden serbest olmakla birlikte ikinci sınıf vatandaş oldular. Bunu reformla düzeltmek son derece zordur, en başta Müslüman halk benimsemeyecektir.

Cumhuriyetin laikliği de yasalar önünde herkesin eşit olması çerçevesindedir. Devlet her zaman Hıristiyanlığa karşı Müslümanlığı ve özellikle Sünnileri desteklemiştir.

Minger’de laikliğin kolayca kabul edilmesi pek inandırıcı olmamış…

Minger adlı hayali adada da Hıristiyanlar anlayış olarak Müslümanlardan ileridedir. İlki karantina kurallarına daha fazla uyarken, ikincisi “Her şey Allah’tandır” anlayışına daha çok sahiptir.

Kitabın 436. sayfasındaki bir belirleme genelleştirilebilir. Pakize Sultan doktor olan eşinden karantinayı gereksiz bulanlara laf anlatmamasını istiyor ve şöyle diyor:

“… merak etmeyen ve bilmek istemeyenlere ilim, tıp ve karantina nutku atıp beni burada boş yere bekletmeyiniz.”

Bu belirleme pekala genelleştirilebilir!

 

Son Güncelleme: Pazar, 30 Mayıs 2021 14:14