Şuanda 70 konuk çevrimiçi
BugünBugün1036
DünDün2294
Bu haftaBu hafta7008
Bu ayBu ay40745
ToplamToplam10157300
Suriye'de iç savaş PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Pazar, 21 Haziran 2020 13:32


Aşağıdaki yazı Aralık 2013’te Kızılcık Dergisi’nin 57. sayısında yayınlanmış. Arkadaşlar iyi bir iş yaparak derginin bütün sayılarını internete taşımışlar (www.kizilcik.org). Toplam yedi yazı yazmışım, Tektaş Ağaoğlu’nun ölümünün ardından yazdığım yazı ise siteden alınarak listeye dahil edilmiş.

Suriye’de iç savaş başlıklı yazı aradan yaklaşık 7 yıl geçmesine rağmen güncelliğini büyük oranda koruyor. 2013’te Türkiye savaşa doğrudan girerek Suriye’nin yaklaşık Hatay büyüklüğünde alanını ilhak etmemişti. Türkiye’ye gelen Suriyeli sayısı da daha azdı. Rusya Federasyonu da savaşa hava kuvvetleriyle aktif olarak katılmamıştı.

Bunun dışında yazıdaki saptamalar bugün de geçerlidir.

Esad yönetici olarak kalabilir ama yönetilecek ülke kalmayacak, belirlemesi bugün daha fazla geçerlidir.

"İç savaş ilk kez Suriye'de yaşanmıyor. Ülke dışındaki güçlerin de değişik yollardan karıştıkları ilk iç savaş olması da söz konusu değildir. Yine de bu savaşın özgün bazı özellikleri bulunmaktadır. Bu özellikler "yeni savaş" adıyla ilk kez Yugoslavya'daki iç savaşta görüldü, ardından da değişik ülkelerin özgün özellikleriyle bezenerek sürdü.

İlk olarak Suriye'de farklı bir örneği görülen "temsilciler savaşı" üzerinde durayım.

Bu savaşın geçtiğimiz yüzyıldaki bilinen örneklerinin başında 1970 ve 1980'li yıllardaki Angola'daki iç savaş gelir.

Angola'nın bağımsızlığını kazanmasının ardından ülkede iç savaş başladı. Bir tarafta ABD'nin desteklediği UNITA, diğer tarafta ise ülkenin en büyük gücü olan ve kendisini marksist olarak tanımlayan MPLA vardı. Angola'daki savaş gerçekte ABD ile SSCB arasındaki bir savaştı ama iki taraf da doğrudan değil de temsilcileri aracılığıyla bu savaşta yer aldılar.

O yıllarda ırkçı bir rejime sahip olan Güney Afrika ülkeye asker göndererek savaşa UNITA yanında katılırken, Küba da Angola'ya gönderdiği asker ve askeri danışmanlarla MPLA yanında savaşa katıldı.

Sonuçta savaşı kazanan MPLA oldu.

Suriye'de farklı özellikleri bulunmakla birlikte temsilciler savaşına benzeyen bir savaşı görüyoruz. ABD-Fransa ve İngiltere, Esad'a karşı taraftalar ama savaşa doğrudan girmiyorlar. Suudi Arabistan para desteği sağlayarak, Türkiye ise Esad karşıtı güçleri doğrudan destekleyerek bu savaşta yerlerini alıyorlar.

Esad'ın yanında ise öncelikle Rusya Federasyonu ve İran yer alıyor. Bunlara Çin Halk Cumhuriyeti de eklenmelidir.

Rusya Federasyonu Esad'a silah desteği sağlıyor ve ek olarak da Tartus'taki deniz üssü aracılığıyla kıyıdan çıkarma yapılmasına karşı koruma sağlıyor.

Önceden beri Suriye'nin müttefiki olan İran ise gerek askeri danışmanlar ve gerekse de sayısı bilinmeyen Pastar'ı bu ülkeye göndererek savaşta Esad'a destek sağlıyor. Irak'taki Şiilerin bir bölümü de Esad'ın yanında savaşıyor.

Lübnan'daki Hizbullah da keza Suriye'ye asker göndererek Esad'ın yanında savaşa girdi.

Daha geri plandaki güçleri de sayarsak Suriye'deki savaşın 21. yüzyılın ilk dünya savaşı olduğunu söyleyebiliriz. Dünyanın başlıca bütün güçleri dolaylı biçimde de olsa bu savaşta yer alıyorlar. Onlar doğrudan savaşa girmiyorlar ama temsilcilerine de her türlü desteği sağlıyorlar.

Bölgede İsrail bu savaşta açık olarak Esad'ın karşısında yer almıyor. Bunun başta gelen nedeni, Esad'ın alternatifi olan Müslüman Kardeşler iktidarını kesinlikle istememesi ve Esad'ı kötünün iyisi olarak görmesindendir. Ek olarak, Lübnan Hizbullah'ının bu savaşa girmesinden ve kayıp vererek zayıflamasından da memnun olduğu söylenebilir. Bu nedenle İsrail bu savaşın kimsenin galip gelmeyeceği şekilde sürmesinden yanadır.

Savaş ve parçalanan devlet

Yeni iç savaşların önemli bir özelliği ya devletin parçalanması sonucu ortaya çıkmaları ya da kendi gelişimleri sonucunda devletin parçalanmasıdır.

Afrika ülkelerinde küçük bir bölümü basına yansıyan savaşlar sürüyor. Bu savaşların ortak özelliği, birbiriyle çatışan grupların bulunduğu alanda devletin bulunmaması, parçalanmış olması ya da sadece görünürde varlığını sürdürüyor olmasıdır.

Yugoslavya'daki iç savaş, parçalanan bir devletin ardından ortaya çıktı. Rusya Federasyonu o dönem zayıf olduğu için bu savaşta taraf olamadı, ama ABD ve Almanya iç savaşın gelişmesinde kendi açılarından önemli rol oynadılar.

Burada önemle dikkat edilmesi gereken nokta şudur: bu tür savaşlar esas olarak emperyalist müdahale ile açıklanamaz. Önceki devletin içinde yaşayan halklar arasında önemli sorunlar vardır ya da ülkedeki rejime karşı önemli bir muhalefet vardır. Çatışma bu temel üzerinde gelişir ve "dış güçler" de hemen çıkarlarına uygun yönde müdahale ederler.

Yugoslavya'nın tarihiyle ilgili son yıllarda özellikle Almanca olarak çok sayıda kitap yayımlanıyor. Özellikle Sırplar ile ülkenin diğer halkları arasındaki çelişkiler ve bunların nasıl keskinleştiği uzun olarak anlatılıyor. Halkların dış müdahale sonucu birbirine düşürülmesi gibi bir durum söz konusu değil, ama varolan çelişkinin iyice keskinleşmesinde dış desteklerin de rolü bulunuyor.

Benzeri bir durum Suriye için söz konusudur.

Suriye'de iç savaş birdenbire başlamadı. Devlete karşı savaşa yönelen insanların muhalefeti önce barışçı biçimlerde gerçekleşir. On yıl öncesinden başlayarak Suriye'de Esad'a karşı açık bir muhalefet vardı. Aydınlar imza topladılar, tutuklandılar; halkın talepleri konusunda değişik aydınlar deklarasyon yayımladılar, baskı gördüler. Son olarak da göstericilerin üzerine ateş açılınca olaylar büyüdü.

Bu ülkede Müslüman Kardeşler'in yıllardan beri önemli bir muhalefeti bulunuyor. 1981 yılında bu örgütün kalesi olan Hama kenti zamanın Genelkurmay Başkanı olan Rıfat Esad tarafından yerle bir edildi ve tahminlere göre 40 bin kişi öldü. Bu örgüt muhalif bir güç olarak bu ülkede her zaman var oldu.

Beşar Esad'a karşı son dönemde Müslüman Kardeşler'in dışına çıkan muhalefetin nedeni neydi?

Önde gelen neden, ülkede liberal reformların yapılmasıdır. Bu reformlarla Baasçıların eskiden beri uyguladıkları sübvansiyon destekli ekonomiyle halkın taleplerinin belirli oranda göz önünde tutulması politikasından uzaklaşıldı. Kiralar serbest bırakıldı, yiyecek fiyatları arttı, değişik alanlardaki sübvansiyonlar iyice azaltıldı ya da kaldırıldı.

İktidarda olan yine Baas Partisi idi. Gerçekte ülkenin tek partisiydi, muhalefet yoktu ya da bu partiler Mustafa Kemal'in komünist partisi gibiydiler.

Politik yapı aynı kalmakla birlikte ekonomide önemli değişiklikler oldu. Devlet kapitalizminden özelleştirmeler yoluyla ekonomi hem yabancı sermayeye hem de özel yatı rımcılara açıldı. Sonuç artan oranda yoksullaşma ve işsizlik oldu. Buna artan yolsuzlukları da eklemek gerekir.

Suriye yıllardan beri Kürtler için bir hapishane durumundaydı. Kürt nüfusunun yaklaşık yüzde 40'ı vatandaş olarak kaydedilmiyor ve bu nedenle de değişik haklardan yararlanamıyordu.

Suriye, Türkiye aracılığıyla Batı Avrupa'ya açılmak istiyordu ve iç savaşın başlamasından kısa süre öncesine kadar iki ülkenin arasının gayet iyi olduğu ve hatta iki ülkenin bakanlar kurullarının ortak toplantı yaptıkları hatırlanacaktır.

Böyle bir rejimin "anti emperyalist" olarak tanımlanması mümkün değildir.

1991'deki Birinci Körfez Savaşı sırasında Hafız Esad yönetimi ABD'nin Irak'a yönelik saldırısını desteklemişti.

11 Eylül 2001'den sonra ise ABD'nin El Kaide'ye karşı açtığı savaşta Suriye rejimi ABD'nin yanında yer aldı. ABD'nin işkence uçaklarının Amman ve fiam'a indikleri, Esad yönetimlerinin Müslüman Kardeşler'in yöneticilerinin adlarını ABD'ye terörist olarak bildirdikleri dış basında defalarca yer aldı.

Ayaklanmayla birlikte Esad'ın ülke içindeki desteğinin sanıldığı kadar olmadığı ortaya çıktı. İran'a yönelik müdahale için onun eskiden beri müttefiki olan Suriye'nin devre dışı bırakılması şarttı. İran gibi Ortadoğu'daki en önemli rakibini en azından zayıflatmak Türkiye için de hiç ters değildi.

İç savaş iki buçuk yıldır boyutlanarak sürüyor ve bitmesi de ufukta görünmüyor.

Esad devrilmedi ama karşısındaki güçleri de bastıramadı. Savaşta pat durumu bir o yana bir bu yana bozularak sürüyor.

Esad kazansa bile yönetici yerinde kalmış ama yönetilecek ülke kalmamış olacak.

Bu tür iç savaşlarda görülen gelişme Suriye'de de ortaya çıktı: Suriye artık sadece haritada bütünsel bir devlet olarak görünüyor, gerçekte ise birkaç Suriye bulunuyor. Ülkenin bir bölümü El Nusra'nın, bir bölümü Özgür Suriye Ordusu'nun, bir bölümü Kürtlerin, kalanı da Esad'ın yönetiminde bulunuyor. ÖSO ve Esad'ın bölgeleri de kendi içinde parçalara ayrılıyor. Savaş ağaları denilebilecek gruplar ortaya çıkmış durumda ve her biri kendi alanında silahlı gücüne dayanarak hükümranlığını sürdürüyor.

Geçim aracı olarak savaş

Savaşa katılanların artan orandaki bölümü belirli bir amaç için değil, para kazanmak için savaşıyorlar. Bunun başlangıcı profesyonel ordudur, ama burada yine de devlete bağlı bir hiyerarşi vardır.

Son yirmi yılda savaşın belirli oranda özelleşmesi de gerçekleşti. ABD'de başlayan bu süreç önce yan hizmet alanlarında hayata geçti. Ardından özel savaş şirketleri kurulmaya başlandı ve bunlar Irak savaşında yerlerini aldılar. En tanınmışları Blackwater olan bu özel savaş şirketlerinin başka hangi savaşlara katıldıklarını bilmiyoruz. Emekli subaylar tarafından kurulan özel savaş şirketlerinin faaliyet alanı ve burada nasıl denetlendikleri bilinmiyor.

Türk ordusunda da emekli subayların başka ülkelerin ordularına askeri eğitim verdikleri duyuldu ancak bunun kapsamı bilinmiyor.

Savaşın özelleşmesinin bir başka boyutu savaş ağalarıdır. Çin'deki iç savaş sırasında Mao tarafından ortaya atılan bu deyim sonraki yıllarda modernleşmiş örneklerle sürdü. Devlete bağlı olmayan, gücünü kendi ordusundan alan ve hakimiyeti altındaki alanda her çeşit faaliyeti yürüten savaş ağaları.

Bunlar için savaş her şeyden önce önemli bir geçim tarzıdır. Bu konuda, Yugoslavya iç savaşında görüldüğü gibi, gerektiğinde rakip savaş ağalarıyla işbirliği de yaparlar. Başka bir deyişle kimse kimsenin ekmeğiyle oynamaz!

Soygun, uyuşturucu ticareti, fidye amacıyla insan kaçırılması bu savaş ağalarının tipik faaliyetleri arasındadır. Bunun için rakiplerle işbirliği de yapılabilir.

Suriye'nin geleceği

Suriye'de ateşkes olmayacak. Savaş, Irak'taki gibi resmen bitse bile ülkenin her yanında sürekli bombalar patlayacak, insanlar öldürülecek. Suriye için –büyük oranda tahrip olmuş bir ülkeyle olsa bile– savaş öncesine dönüş artık mümkün değildir. Sünnilerin Nusayrileri, Nusayrilerin Sünnileri hedef gözetmeden katlettiği; komşuların birbirini öldürdüğü bir ülkede ateşkes mümkün değildir.

Benzeri bir durum parçalanma öncesi Yugoslavya'da yaşanmış ve yıllardan beri birlikte yaşayan ama artık bunu sürdürmek istemeyen topluluklar birbirlerine karşı şiddetin ötesinde vahşet uygulamışlardı. Bunun ardından artık birlikte yaşamak mümkün değildir.

Suriye'de ölü sayısı 120 bin kişiyi, ülke dışına kaçanların sayısı ise iki milyonu geçti. Suriye'nin nüfusu savaş öncesinde 22 milyondu. Bu rakamları Türkiye ölçeğine çevirmek isterseniz üçle çarpmanız gerekir. Zorunlu iç göç nedeniyle ise nüfusun yarıdan fazlası yerini değiştirmiş durumdadır.

Türkiye'ye gelen ve resmi rakamlara göre 500 bin gerçekte ise bir milyon kişi olarak tahmin edilen göçmenlerin önemli bölümünün geri dönmeyeceği söylenebilir. Servetlerini de birlikte getirenlerin ülkeden gayrı menkûl aldıkları, Türklerle birlikte ortak yatırımlara girdikleri belirtiliyor. Bunlar yerleşme belirtileridir. Varlık durumu az çok iyi olanlar için Suriye artık dönülecek bir ülke değildir.

AKP'nin bunlara kolay vatandaşlık verdiği basında çıkan haberler arasındadır.

Stratejik konumda bir ülkede önemli değişikliklere yönelirken çok dikkatli olmak gerekir. Suriye'de eskiden beri Müslüman Kardeşler muhalefeti zaten vardı. Bunun üzerine Baas rejiminin liberalleşmesi sonucu ortaya çıkan muhalefet de eklendi. Bu durumda muhalefeti baskıyla sindiremezsiniz, tersine onu belirli oranda değişimin içine katabilmek gerekir. Aksi durumda ister İran ile desteğine güvenin ve isterseniz de Türkiye ile ilişkileri iyi tutmaya çalışın; muhalefet aradığı desteği bulacaktır.

Baas rejimleri ömrünü çoktan doldurmuş, çürümüş rejimlerdir. Benzeri bir durum Irak'ta da vardı. Tek parti-tek kişi saltanatı, ülke içinde hangi ittifaklar kurulmuş olursa olsun ancak önemli bir baskıyla ayakta kalabilir. Yiyecek fiyatları, eğitim, sağlık, ev kirası gibi konularda fiyatlar serbest kalıp sübvansiyonlar da kalkınca ciddi bir hoşnutsuzluğun ortaya çıkması kaçınılmazdır.

Suriye'deki iç savaşın özelliği, dışarıdan doğrudan müdahale yerine, içerdeki muhalefetin –özellikle bazı grupların– desteklenmesi yoluyla sonuca gitmeye çalışılmasıdır. Esad, "ben kötü olabilirim ama yerime gelecek daha kötü"ye oynayarak ayakta kalabildi. ABD bile, Esad karşıtı her çeşit güce Türkiye gibi gözü dönmüş denecek derecede hesapsız destek sunmak yerine, geleceği kendi çıkarları açısından daha iyi düşünerek ihtiyatlı davranmayı tercih etti.

21. yüzyılın bu ilk dünya savaşının kolay kolay bitmeyeceğini söylemek mümkündür.

Suriye'deki savaşın "hayırlara vesile olan" tek yönü Rojava'da Kürt halkının tarih sahnesine çıkması olsa gerektir."