Şuanda 33 konuk çevrimiçi
BugünBugün1071
DünDün1377
Bu haftaBu hafta2448
Bu ayBu ay24268
ToplamToplam10234610
Türkiye nereye gidiyor? PDF Yazdır e-Posta
Nuray Bayındır tarafından yazıldı   
Pazar, 22 Mayıs 2016 15:04


Türkiye, Erdoğan usulü bir başkan sultasında büyük bir çöküşe sürükleniyor.

 



Türkiye’nin içine sürüklendiği iç savaş koşullarında parlamenter siyaset ve sivil siyaset alanları boşaltıldı. Türkiye saraydaki şahsın tek başına her şeyi belirlediği bir diktatörlüğe evriliyor.



Başta meclis olmak üzere devlet kurumları bir bir lağvediliyor. Yasal siyaset dışı bir komuta merkezinin keyfi kararlarıyla ‘’yönetilen’’ bir Türkiye, kendine has yeni kurumlar yaratıyor. Buna Saray siyaseti yön veriyor. Yakında yürütmenin, yasama ve yargıyı baştan aşağıya kontrol altına alması hiç sürpriz olmayacaktır.



Başbakanın bile Erdoğan’ın iki dudağının arasında siyaset yaptığı Türkiye açık faşizme doğru hızla yol alıyor.



Bu ‘’yeni Türkiye’’ sisteminde vekillerini seçerek Parlamentoya gönderen halk ise sisteme biat eden kullar statüsüne dönüştürülüyor. Ya Erdoğan yasalarına itaat edeceksiniz ya da vatandaşlıktan çıkarılacaksınız deniliyor.



Bilindiği gibi Erdoğan savaşı sadece Kürt Özgürlük Hareketi’ni ezmek için değil, ülkeyi yönetmenin bir aracı yaptı. Şu bir gerçek ki, 7 Haziran 2015 seçim sonuçları Erdoğan’a Kürtleri kaybettiğini göstermişti. Sonrasında ise her şey tamamıyla değişti. Hemen ertesi gün Erdoğan’ın emriyle beş kişilik komuta konseyi toplanmış ve yeni yönetim konseptini belirlemişti.



2013 ile 2016 arasında ki bölgesel değişimlerin neler olduğunu gözlemlersek;



Bölgesel duruma bir baktığımızda önce Esat’ın gideceği yönünde yapılan tüm hesapların su kısa süreç içinde suya düştüğünü görürüz. Bir diğer nokta şudur; IŞİD 2013’te henüz Küresel ölçekte bir güç değildi. Ama şu an küresel ölçekte bir tehdit oluşturmaktadır. Türkiye 2013’te Batı açısından bölgede henüz tüm kredisini tüketmiş bir ülke değildi. Bu gün tek adam diktatörlüğünde otoriter bir yönetimle yönetilir noktaya gelmiştir. Ve tüm komşularıyla sorunlu, uluslararasında müttefiki olmayan bir ülke konumundadır.



2013’en bu yana bu gün bölgede Kürt toplumu ve Kürt Özgünlük hareketi açısından ne değişti? Diye sorduğumuzda;



Birincisi; 2013’ten farklı olarak Kürtler dünyada bölgesel aktör olarak değer kazanmıştır.



Rojava gibi Demokratik Özyönetim modeli ortaya çıkmış ve Kantonlaşma aşamasına gelmiştir. En önemlisi de Kürtler için yeni bir gelecek inşası umudu doğmuştur. Burada Kürt halk lideri Öcalan’nın ‘’farklılıklarımızla birlikte yaşayabiliriz ve kurucu üyeler olarak birlikte yeni bir ulus yaratma’’ düşüncesi büyük bir ivme kazanarak HDP’de büyük ölçüde ifadesini bulmuştu.



Bu umut 2015’ten bu yana yaşanan savaş süreciyle birlikte çöktü.



Süreç içerisinde CHP’nin AKP ilişkisi nasıl gelişti?



CHP 2002’lerden bu yana Kürtleri yönelik politikasız yaklaşımıyla AKP’i güçlendirdi. CHP - AKP ilişkisi AKP’yi kazandıran bir rotada gitti. Şimdi de AKP diktasına karşı Kürtleri sırtından bıçaklayarak CHP’yi parçalama noktasına geldi. Kılıçdaroğlu liderliğindeki bir CHP’nin Türkiye’nin yeniden ‘’fabrika ayarlarına gelme’’ konusunda HDP ile birlik olması söz konusu bile olamaz gibi görünüyor.



MHP’yi saymıyoruz Kürt halkına bakışı malum ama CHP’nin de onayıyla HDP vekillerinin dokunulmazlığı kaldırılarak yargılanma yolu açıldı.Ve bundan sonra Erdoğan AKP’sinin ilk işi, olası bir erken bir seçimle anayasayı değiştirerek çoğunluğu elde edip gönül rahatlığıyla faşizan Başkanlık rejimini kurmaktır.



AKP önümüzdeki süreçte ülke genelinde kaos derinleştirip Kürtlere ve kendisine karşı olan tüm demokratik kişi, kurum ve yapılara karşı amansız bir savaş sürdürecektir.



Nitekim 2013-2016 savaş sürecinde özellikle AKP’nin oy alamadığı bütün Kürt şehirleri, kasabaları ve beldeleri ‘’teröre karşı savaş’’ bahanesiyle yerle bir edildi. Kürtler yerlerinden, yurtlarından göçe zorlandı. Evlerini terk etmeyerek kendisine biat etmeyenler bodrum katlarında yakılarak, öldürüldü.



Bölgeyi iyi bilen akademisyenlerin gözlemlerinde: ‘’Şu an Türkiye’nin ve Uluslararası güçlerin yapmaya çalıştığı Kürt sorununu çözmek değil yönetebilmektir. Kürt sorununun yönetilebilir bir mecraya çekilebilmesinin imkanı ise iç dinamikler üzerinden değil, dış dinamikler üzerinden mümkün olacak görünüyor. Anlaşılan Kürt siyasal hareketi de bunu görüyor ve onun için her fırsatta ABD’yi işaret ediyor.’’ deniliyor.



Gelinen noktada HDP’nin Türkiyelilik söyleminin mevcut ‘’siyasal’’lıkta bir geçerliliği yoktur. Böyle bir siyasal zemin ortadan kalkmıştır. Yapılması gereken insan hak ve özgürlüklerini hiçe sayarak, kendi kendisini bile bitirme noktasına gelen AKP-Erdoğan sultasına karşı tüm devrimci, demokrat, Parti, sivil toplumsal kurum ve bireylerin, kadın örgütlerinin ortak bir şemsiyede birlikte hareket etmesidir.



Birlikte Demokratik Halk iktidarı taleplerimizden ve Demokratik haklarımızdan taviz vermemeliyiz.