Şuanda 30 konuk çevrimiçi
BugünBugün850
DünDün878
Bu haftaBu hafta850
Bu ayBu ay46563
ToplamToplam10208617
en kahraman rıdvan(lar) ve utanmaz adam(lar) PDF Yazdır e-Posta
Aycan Özkan tarafından yazıldı   
Salı, 08 Kasım 2011 20:30


Deveye sormuşlar boynun neden eğri ?  Deve cevaplamış; Nerem doğru ki!

Geçenlerde bir mail aldım. Mail bir kitap duyurusuydu. Bir zamanlar aynı yapı içerisinde yer aldığımız bir zat'tan gelmişti mail ve yeni çıkan kitabından söz ediyordu.

 

Epey bir süre-en azından şimdilik-kendime sakladığım nedenlerden dolayı görüşmediğim bu zatın çıkan kitabının, daha önce çıkan kitaptan farklı olmayacağını düşünerek önemsemedim. Bu tavrımı önyargı olarak düşünenler olabilir. Ayrıca ön yargıdır da!

 

Kendime sakladığım nedenlerin kişisel olmadığını güney bölgesinde yaşayan ortak çevreden herkesin bildiğini, bu bölgeden olmayıp da o kişiyi yakından tanıyanların benzer yargılarının olduğunu söylemem yeterlidir sanırım.

 

Zaten bu yazıyı bir kişilik tahlili, kişisel bir sürtüşme için değil, İbrahim Yalçın'ın güzel değişiyle isimsiz kahramanların rolünün çalınmasına karşı oluşturulacak duvara karınca kararınca bir kaç tuğla koymak için yazıyorum.

               

Yazının başlığını garipseyenler olursa eğer; yazıyı okuduktan sonra başlığın hakkını teslim edeceklerini düşünüyorum. Bizim kuşaktan olanlar bilir. Gırgır dergisi vardı. Severek okurduk. En Kahraman Rıdvan ve Utanmaz Adam derginin belli başlı figürleriydi. 

               

Yine yazıya, devenin boynuyla başlamamın nedeni ise kitapta bu kişinin, devrimci mücadele içindeki rolünün çok ağırlıklı bölümünün gerçeğe dayanmadığını yada abartılı olduğunu gördükten sonra, yazıya böyle başlamayı uygun buldum.

               

İçinde yer aldığı örgütün adını bilmiyor veya hedef saptırıyor.

 

Ali Çakmaklı'nın öldürülmesini sol içi bir çatışma olarak başka nasıl gösterecekti ki?

 

Örgüt, Halkın Devrimci Öncüleri (HDÖ) adıyla kurulmuş halk arasında (biraz da polisin basına verdiği bilgilerle) Acilciler olarak tanınmıştır. Acilciler ismi halk tarafından benimsenmesi nedeniyle örgüt tarafından da kullanılmaya başlanmıştır. Ama parantez arasında (HDÖ) ismi kullanıla gelmiştir 1979’a kadar.

               

Adana Hali'nin mafya vari güçlerin elinden alınıp, Acilcilerin eline geçmesinde kendisinin bir katkısı olmadığı gibi, daha sonra haberi olmuştur. Bu 1987 yılında bir itirafçı (Alpaslan Kekse) tarafından ifşa edilmiş ve bazıları bundan yargılanmışlardır. Olay anlattığının benzeri gibi olmuştur, ama yineliyorum kendisinin haberi diğerleri gibi daha sonra olmuştur.

Ayrıca o cezalandırma eylemi aynı zamanda Acilcilere sempati duyan ve evini onlara açan bir işçinin(öldüğü için adını yazmamda bir sakınca yok) Ali Baba'nın yaşça küçük kızının, aynı kişiler tarafından evlenme vaadiyle kandırılıp tecavüz edilmesi nedeniyle yapılmış ve orada toplananlara eylemin amacı, eylemi yapanlar tarafından açıklanmıştır.

 

Ali Baba, Ali Hoca'ya durumu izah etmiş ve Ali Hoca(Çakmaklı) hem olayın doğruluğunu değişik kaynaklardan hem de Hali yönetenlerin çalışanlara yaptıkları kötü muamele nedeniyle bu cezalandırma eyleminin kararını almıştır.

 

Görevlendirilen iki kişi (Karşıyakalılar) onları bürolarından alıp meydana çıkartmış ve çezalandırma sonrası, neden yaptıklarına dair açıklamayı yapıp oradan ayrılmışlardır. Daha sonra yine kendisi değil aynı okuldan bir arkadaşı eylemi gerçekleştirenlerden biriyle buluşup eylemin eleştirisini yapmış, cezalandırılanların yakınlarının saldırısı olursa ne yapacaklarını sormuştur. Görüşülen kişi Ali Hoca ile görüşmeleri gerektiğini söylemiş ama bir saldırı olursa da yardıma geleceklerini eklemiştir.

 

Ve kitapta anlatıldığı gibi saldırı için toplananlar, karşılarında bir güç görünce çekip gitmişlerdir.

             

Daha sonra, Adana halinde var olan örgütlenme onlara devredilmiş(o nüve Ali Hoca tarafından oluşturulmuştu) eylemi gerçekleştirenler ve arkadaşları, gerek hürriyet mahallesi gerek Halkevi ve çevresinde, deyim yerindeyse devriye görevi yapmışlardır. 

             

Akademi'deki faşist işgalin kırılmasında tabii ki iç dinamiklerin etkisi olmuştur. Ancak, belediye çay bahçesinde hazır kıta bekleyenlerin katkısı ne hikmetse unutulmuş. Keza, Halkevi faşistlerin elindeyken nefes bile alamazlarken, Halkevi'nin faşistlerden nasıl alındığı da kitapta atlanmıştır.

 

İsimsiz kahramanların; sadece Akademi değil, ama aynı zamanda Eğitim enstitüsü Mühendislik ve hemen öncesi Ticaret Lisesi'nin de (Ahmet Çolak'ın evinin yanındaydı) hangi emek ve bedellerle faşistlerin elinden kurtarıldığı unutulmuştur!

 

Bu arada Atatürk Parkı'nın arka kapısının açıldığı Ziya Paşa Bulvarı'nın önemli bir bölümünün faşistlerden temizlenmesi o kişi açısından önemsiz bir ayrıntıdır.

 

Bunları hatırlatmamın nedeni; Akademi'nin bulunduğu yer bu saydığım yerlerin merkezinde olmasıdır. Ve özellikle; Halkevi ve Atatürk Parkı'ndan faşislerin ayağı kesilmeseydi okula gitmek şöyle dursun, okulun yakınından bile geçemezlerdi.

 

Bu kitabın, Ali Çakmaklı cinayetini  basit bir sol içi çatışma olarak göstermesi de nereye konulur bilemiyorum.

İbrahim Yalçın yazdığı için üzerinde fazla durmayacağım. Yine de söylemek durumundayım;

 

Ali Çakmaklı'nın öldürülmesi sol içi bir çatışma değil, bu büyük devrimcinin! adını anmak istemediği(!) ama birlikte cezaevinden kaçtığı kişiye alınan tavrın sonucu olduğunu bal gibi biliyor. Aslında, bundan başka sonuçlarda çıkarılabilir ama konumuz o sonuçları çıkarmak değil. O dönem Ali Çakmaklı'nın ayrılık gerekçelerini paylaşan ve onun saflarında yer alan bir kişi olarak sormak zorundayım: Ali Çakmaklı'ya yöneltilen suçlama için sayın büyük devrimci ne diyor ?

 

Sol örgütlere dağıtılan "Karanlık Adam" adlı iğrenç yazıyı kim yayınladı. Haberi olmadığını söyleyebilir mi? 

 

Adını anmak istemediğini söylediği (İbrahim Yalçın öyle diyor) kişinin, adını anmayarak, eline devrimci kanı bulaştırmış bir katili  aklamaya çalışmış  olmuyor mu ? Türkiye solu kimi kastettiğimi biliyor.

 

Herkes tarafından bilinen gerçekler ortadadır,  bunları saklamaya çalışmak da neyin nesi oluyor ?

 

Kimilerinin, henüz 12 eylül darbesi bile olmamışken kapağı Suriye’te atıp, gelillacılık palavralarıyla, portakal bahçelerinde, portakallara nişan alıp ateş ederken, Ali Çakmaklı yoldaşlarıyla direniş kararı almıştı. Ve öldürüldü! Ve buna sol içi çatışma demek hangi vicdana sığar?

 

Bu kişi bilmez mi? Hal’de örgütlediklerini söyledikleri kişilerin hemen hepsi mafyatik örgütlenmeye dönüşmüş, çevrede devrimci duruş sergileyenlere saldırılmışlardır. Daha da ötesi, itirafçı Alpaslan Kekse bu kişiler tarafından  korunmuştur. Acaba kitap için bir pazarlama alanı mı aranıyor?

 

Acilciler adını kirleten bu isimler, ancak çok sonraları cezaevinden tahliye olanlar tarafından sergilenen duruşlar sayesinde hak ettikleri yere konmuşlardır.

 

Engin Erkiner genelleme yaparak ve tabi ki katıldığım düşüncelerini açıkladığı yazısında, özetle diyor ki; Bu yöntemler (kendini putlaştırmak) sorunun özüne inmiyor. Örneklerini çok gördük. Ve istendiği kadar saklansın, gerçekler ortaya çıkar. Bir bildiği var herhalde.

 

Engin Erkiner'den söz etmişken, hayatını kurtardığını anlatmış. Nasıl; almış onu almış Suriye'ye götürmüş! Ne diyelim Allah razı olsun! Lütfetmiş yani. İyi de; orada da senin hiç bir katkın yok, sadece orada sen varsın sen götürmüşsün.Madalya mı takalım?

 

Sayın devrimcimiz! O bölgeden öylesine bihaber ki; Hal takımının lümpence (kendisi kabadayılık diyor) Karataş'ı basarak, daha önce kişisel bir anlaşmazlığa siyasi bir jargon yükleyerek o bölgedeki aynı örgütten insanlara saldırmalarını sempatik bir şekilde anlatıyor. Ve bu saldırıyı yapanların o dönem neden çok fütursuz oldukları da daha iyi anlaşılıyor. Koruyucu abi varmış.

 

Ne hikmetse, ya görmezden geliyor, ya hafifsiyor, yada sahipleniyor.

 

Kendileri dışında da bir Acil örgütlenmesi varmış. Bu örgütlenme üzerine ne katkın oldu? Rollerini çaldığın o isimsizlerin verdiği emek ve ödedikleri bedel üzerine ne kattın diye sorarlar adama.

 

Akademi'deki mücadelenin ve Hal'in örgütlenmesinin anlatımını yaparken yine o isimsizlerin emeğinin ve ödedikleri bedellerinin üzerine oturmuyor musun? 

 

Engin Erkiner haklı: O kadar iyiydiniz de sol neden bu durumda? Kirlenmek güzeldir diye bir reklam var. Nasıl olsa omo var. Ama bu kirlilik o kadar rahat temizlenemez. Orada başkaları vardı.

 

Bütün bunları anlarım ve belki yazmaya gerek yoktu. Ama kendine devrimci sosyalist etiketini yakıştıran ve militanlığı kimseye bırakmayan bir kişinin kendini ölümsüzlüğe (yanlış doğru bilgilerle) hazırlaması sosyalist düşüncenin neresinde var? Bu olsa olsa narsist bir ruh halinin doruk yapması ve tükenmişliğin ifadesidir.

 

Sayın Hocamız diyor ki; Yılmaz Güney sağ olsaydı; bu kitabı senaryolaştırıp en kral rolü ona verirdi. Vah ki ne vah! Keşke yaşasaydı Yılmaz Güney. Zaten konu sıkıntısından dolayı kahrından öldü! Ne büyük fırsat kaçırmış. 

 

Psikolojiden anlamadığım için bu ruh haline nasıl bir anlam vereceğimi bilmiyorum.

 

Güreşçiler rakiplerini överlermiş. Yenerlerse nasılda güçlü bir pehlivanı yendiklerini ve kendilerinin daha büyük bir pehlivan olduklarını halkın takdir etmesi içinmiş. Yada yenilirlerse zaten güçlü, kendini kanıtlamış bir pehlivana yenildiklerinden ayıplanmamaları için yaparlarmış bu övgüyü. Yazar anlattığı şahsı överek nasıl bir eser meydana getirdiğinin güzellemesini yaparak kendini övüyor.

 

Sonuç olarak; o dönemden hiç bir arkadaşının görüşüne yer verilmeyen, hiçbir şekilde doğrulanmayan olaylar anlatılmış. Asıl tarihi kişilikler ya yok sayılmış yazılmamışlar yada öylesine geçiştirilmişlerdir (diğer konular Engin Erkiner ve İbrahim Yalçın'ın yazılarında var girmiyorum). Güzel güzel güzelleme yapılmış. En KAHRAMAN RIDVANLAR'ın rolleri çalınıp UTANMAZ ADAMLAR'a verilmiş.