mehmet koç; sosyalist mücadelenin aydınlık yüzü(1) Yazdır


Beyaz çarşaflara yansıyan, o  zeytin karası parlak gözbebekleri, cılızlaşan vücuduna inat, dimdik duran kafasını duğrultarak  sözcüklerin avını yakalıyor…

Bir baba, bir devrimci… Bir komünist…Hayatı boyunca kapısını devrimcilere açan, yüregi yoldaş sevgisiyle dopdolu bir militan…Onu yaşam öyküsü şu an içinde bulundugu gri duvarları aşan gerçek bir komünistin öyküsüdür.

1979 yılından itibaren sürgünlerin,acıların ve  devrimci mücadeleye olan inanç ve kararlılıgın örnek duruşunu sergilemiş yiğit militan.

Kollarında çocuklarıyla  Orta-Dogu’dan avrupalara, devrimci bir militana özgü ışıklar saçan, çeşitli işçi eylemleri, miting,toplantı ve eğitim çalışmalarında yer alan  Mehmet Koç…

64 yaşında…  Cezaevlerindeki işkencenin terlerini sıyırıp atıverdiği  ruhunda nice fırtınalı mücadeleler yer alıyor..

Bütün ömrünü komünist bir ruhla yaşayan Mehmet Koç, „Onbeş gün ömrü kaldı’  diyen doktorlarını bile  zeytin karası gözleriyle tiye alıyor…Yoldaşlarının  her an yanında olduğu  sevgi ve  umut sözcüklerinin gözlerde biriktiği  hasta yatağında, anılar tazeleniyor başucunda…   Bu kez yoldaşları için, emekçilerin hakları için değil, kendi bedenini Türkiye’ye taşımak istiyor, toprağına sarılmak, uğrunda mücadele ettiği ülkesinde, köyünde gömülmek istiyor… !

Yoldaşları  dilinde dökülen her sözü kameraya alıyor, fotoğraflıyor…

 

 Mezar taşını ve mezar  taşına yazılmasını istediği tümceyi bile hazırladıgını söylüyor.

‘’Dini tören istemem, bir komüniste yakışır bir tören olamlı’’ diyor.

 

 Vasiyetler… Notlar… bilgiler…

 

Ziyaretine gelen yoldaşları,devrimci arkadaşları, ellerini tutuyorlar. Elleri  sıcacık…Gözleri, ışıl ışıl. Uzun zamandır birlikte yanı başında olan yoldaşlarına  anılarını  anlatıyor. Anılar fılme alınıyor.. Anılarının kitaplaşacagını biliyor. Bilinci olaganüstü. Notlar alınırken dogruluyor ve tane tane konuşmaya çalışıyor.

Mehmet Koç’un bir tek şartı var. Meraklı gözlerle soruyoruz. Cevabını beklerken o şartını söylüyor, kararlı bir ses tonunda dökülüyor sözcükler  dudagından. ‘ Mihrac Ural ismini anılarımda  kullanarak  anılarımı  kirletmeyin’… !

Her bir öyküsü bir filme, her öyküsü bir   romana  dökülecek  isimsiz bir  komünist var karşımızda.   Diojen’in fenerle ‘insan araması gibi   gittiğe her yerde sol örgütlenmeden insan biriktirmiş ; işçi ve  emekçi  hakları adına verilen mücadelenin kavgasını, kendi yaşamını öteleyerek  sürdürmüş.

Cezaevlerinde yoldaşlarının kolu kanadı, yüreği, umudu..

 1976 yılı Ocak ayında,  Malatya beylerderesinde yoldaşları İlker Akman, Hasan Basri Temizalp ve Yusuf Ziya Güneş’in katledilmeleriyle başlayan hapislik, dokuz aydan fazla sürmüş. Adana Hapishanesi’nden tahliye olması ile Suriye’ye   gidiş öyküsü, romanların gözyaşlarını akıtacak denli hüzünlü…

 Suriye’ye girişinden bir süre sonra, üç çocugu ve eşiyle birlikte  eylül fırtınasına  meydan okurcasına  okyanus gibi  tanıdık tanımadık tüm solcuların limanı  olarak kocaman ellerini uzatıvermiş, sıcacık…

HAPİSHANEDEKİ FİLİSTİNLİ YOLDAŞI İLE BULUŞMA!..

1979-1983 yılına kadar FKÖ çiftliğinde onlarca  solcuyla yaşam savaşı veriyor …

 79’un Haziran ayında  Şam’a    giriş yapıyor .  Ahmet Cibril’in kampında altı ay çalışıyor. 

Türkiye’den Şam’a onu sürükleyen,  Adana Cezaevi’nden kaçmasına yardımcı olduğu Filistinli  Rasmi El Ergan oluyor.  Cezaevi’nden kaçırdığı  Ergan’ı  Şam’da   buluyor.

Filistinli Rasmi,    boşalan   FKÖ’nün[1] askeri kampında çalışmasına ön ayak oluyor. Koç, FKÖ’nün çiftliğine  bakması karşılığında     FKÖ ‘den aylık alıyor.

Tek başınadır... FKÖ’nün Şam’daki çiftliğine geldiğinde  çimler ve yoncalardan oluşan otlak alanlarla başbaşa kalıyor.  

Suriye’deki  adı ise  Ebu Hüseyin … Çiftlikte ilk olarak evini inşa ediyor.  Üç ay sonra da   ailesini getiriyor.

18 yaşında  Hüseyin , 10 yaşında  Gülseren (Araplar  Hatice diyor), 8 yaşında  Gülay (Araplar Leyla diyor) ve eşiyle birlikte, yorucu ve uzunca  bir mücadele yeniden başlıyor.   

 Mehmet Koç ‘un ilkeleri vardır. İlkelerinden taviz vermiyor. Kız çocuklarının pantolon giymelerin yasak olduğu  Suriye’de,  kızlarına pantolon giydiriyor ve örtü örttürmüyor. Okula da gönderiyor.

Suriye’de bulundugu ilk yıllarda yiyecek sıkıntısı ve açlıkla karşı karşıya kalıyor. Açlık sorununu,  Kirpi ve yılan yiyerek karşılamaya çalıştıklarını anlatırken gülüyor. Yanıbaşında duran ve dikkatle babasını dinleyen kızı leyla söze karışıyor ve yediği yılanın tadını hala unutamadıgını anlatıyor.  Yılan neyse de Kipriyi suya atarak bogma ve daha sonra da yemek için başına üşütükleri anı anlatırken gülen gözleri bugulanıyor

‘Açlık var..’ diyor sıkça.. ‘Ne bulursak yiyoruz’ 

Komünist Mehmet Koç , kısa zamanda açlık sorununu da hallediyor. FKÖ çiftliğinin bir köşesini telle çeviriyor ve Tavşan üretiyor.   Artık çiftlikte  et bol..   Bir tavşan 24 yavru üretince et ihtiyacı da karşılanmış oluyor.

Suriye’nin Ebu Hüseyin’i Mehmet Koç, bolca domates, biber, patlıcan karpuz   türü sebzeler ekiyor..Tonlarca satış yaparak  çiftliğin giderlerini karşılayıp, Türkiye’den gelen  solculara da bakıyor.

Acilciler başta olmak üzere, TKEP , Kurtuluş, DY ve Kürt devrimcileri başta olmak üzere her örgütten  solcu arkadaşlarıyla çiftlikte komünal  bir yaşam örgütlüyor.

 ÖRGÜT İÇİN ARPA ÜRETİMİ

Bir yaz ayında  Koç,   bazen yüzü bulan  solcunun sığındığı çiftlikte 120 dönümlük bir arpa tarlasınının  hasat işini, Suriyeli bir köylüden, üç bin Suriye lirasına anlaşarak alıyor.  talihsizlikler yaşanıyor.   Bu tarz   bir çalışmaya alışık olmayan devrimci arkadaşlarının bu tür işlerdeki beceriksizliklerini gülerek anlatıyor.  ‘’ Biraz para kazansınlar diye aldıgım işi beceremeyeceklerini anladıgım an, hemen    iki tane tırpan   satın aldım . Gündüzleri çiftlikte çalışırken geceleri de arkadaşların beceremedikleri arpa tarlasını oglum Hüseyin’le birlikte tırpanlayarak, sorunu, işi aldıgım kişiye yansıtmadan  gecikmeli olsa da tamamladım’’ diyor.

 Adı geçen dönemde Suriye’de  20 lira olan günlük işçi ücretine karşılık, devrimci arkadaşlarının günlük ücreti 3 Suriye lirasına geliyor. Buna karşın, kendileri yarı aç yaşarken 3 bin Suriye lirasını oldugu gibi örgütüne aktarıyor.

Mizahi bir yapısı olan Komünist Mehmet’in  çiftliğe uğrayan Suriyeli vatandaşlara dair anılarından da söz ediyor, gülümsüyen dudaklarıyla.

 Sıkça karşılaştığı yaşlı bir Suriyeli’nin sürekli olarak,  ‘namaza gel’  ısrarından bunalmak üzere oldugu kişyi, devletin arabasından ‘akü ‘çalarken yakalıyor. Böylelikle ,  adı geçen kişinin  ‘Namaza gel’  sözlerinden kurtuldugunu  espiritüel bir tarzda anlatıyor…

Fıkra anlatır gibi  konuşuyor Mehmet Koç. Anlatırken gülümsüyor. Suriye’li köylülerin  sahtekarlıklarından ve köylü kurnazlıklarından bahsediyor. Bir komşumuz vardı diyor. Hergün çiftlige gelir  ve yetiştirdigim sebze ve meyvelere alıcı gözlerle bakarak  sarılır beni öper ve sürekli olarak bana övgüler sıralardı  diyor. Ve her seferinde de ogul Hüseyin tarafından uyarıldıgını anlatıyor. Bu adam ne zaman çıflige ugrayıp da yağ çekmeye başlasa, ogul Hüseyin baba Koç’u uyararak , ‘’ dikkat et baba, bu adam seni değil, şu patlıcanları öpüyor’’ dediğni anlatıyor. Hep birlikte gülüşüyoruz…

 

 BİR AJAN KADIN..

Yatağında uzanmış halde,  son olarak bir hikâye anlatacağım, uzun olacak ama anlatacagım , sonra mola veririz’ sözleriyle aralıksız konuşuyor. Günlerimin sayılı oldugunu biliyorum,zamanı boşa harcamayalım dercesine kendisini zorlayarak sürdürüyor konuşmasını.

Filistin’de Ahmet Cibri’nin kampına- ilk olarak- gittiğimde iki görevim vardı.  Gündüzleri Çiftlikte  çalışıyor , geceleri de nöbet tutuyordum.  Birgün, Filistinlilerin yakaladığı 50-60 yaşlarında Ummu  Nadida adlı İsrail ajanı oldugunu iddia ettikleri bir kadını getirdiler. Görevim bu kadını beklemekti. Bir nevi hapishane gardiyanlıgı yani…  Su, ekmek, giyecek, tuvalete götürme gibi ihtiyaçlarını da karşılıyordum.   Bu kadına her gün İşkence yapıyorlardı. Simsiyah oluncaya kadar dövüyorlardı.  Kadın konuşmuyordu. İki gün mola verip tekrar işkence ve dayak başlıyordu.  Bir türlü konuşturamıyorlardı.  Bir, bir buçuk buçuk ay bu işkenceler devam etti.

İki defa kaçma teşebbüsünde bulunan bu uyanık ajan kadını bir gün lavaboya götürürken yere düşer gibi yaparak bir taş aldığını fark ettim. Anladım ki, taşla bana vurup kaçacak. Sonra banyoya girdi.  Taşı sağ eline alıp, elbisesini tuttuğu yerde saklıyordu. Tarlaya geldiğimizde elbisesini tutarak taşı elinden aldım.    Söylememem için çok yalvardı. Acıdım, acıyordum da.. Bu olayı kimseye söylemedim.  Çogu zaman bu   kadın ağlıyor, sızlıyor, bağırarak elbiselerini yırtıp paramparça ediyordu. Yırtılan elbiseleri yerine yeni elbiseler veriyordum.   Bu kriz nöbetleri devam ediyordu.

Meğerse  kaçmak için elbisesini yırtıp ip yapıyormuş, ..  Odasında ip yaparken yakaladığım anda söylememem için  yine çok yalvardı.  Çok inatçı ve dirençli bir kadındı.. Bir gün  kocaman kapıyı  vura vura   gevşetmiş, kapı kilitini istanildigi an sökecek duruma getirmişti. Tam kaçacagı an kapının önündeydim ve yine yakaladım.  En sonunda Filistinli gerillalar ajan kadını konuşturdular ve alıp bir başka yere götürdüler. Ne yaptıklarını bilmiyorum.

Mehmet Koç konuşmak istiyor ama yeter diyoruz. Yoruluyor. Dinlenmesi için odasını boşaltıyor ve uyuması gerektiğini söylüyoruz. Peki diyor ve sag elini zorlayarak havaya kaldırarak arkamızdan el sallıyor…