A. F. Çiler'e birkaç söz... Yazdır


           İrfan DAYIOĞLU’ nun Bir Dönemden Kısa Notlar 3 başlıklı yazısını okudum. Söz konusu yazıda Ali Fuat ÇİLER 1 Haziran 2010 tarihli yazısında “… ölü konuşturmadan tut, belden aşağıya vurmalara kadar, alçakça iftiralarla saldırdılar. Bu yetmiyormuş gibi ölen babama bile iftira attılar…” demektedir. Kimse Ali Fuat Çiler ‘in belden aşağısına bir şey demedi ta ki  « ONUR » lu geçmişimizin alçakça kirletilmesi cümlesini kullanana kadar. Sorun Ali Fuat ÇİLER’in belden aşağısı değil, kendisine devrimci (!) diyenlerin, köpeksiz köyde değneksiz dolaşmaya kalkanların Ahlak anlayışını ortaya koymak sorunudur. Amacım kimsenin Ahlak Polisliğini yapakta değildir. Ama adlarının önüne Devrimci (!) sıfatı koyan ahlaksızlara DUR demek, YETER ARTIK demek, gerçeği bilenlerin, yaşayanların görevi olmalıdır.

 

            NEBİL’in  seni ne şekilde yakaladığını biliyorum. Koyduğu tavrı biliyorum. Olayı illaki gözlerimle görmem gerekmiyor. Ama tüm süreci baştan sona kadar yaşadım. Olayın olduğu andan itibaren bütün gelişmeleri,  kimlerin olay karşısında ne tepkiler verdiğini bilenlerden biriyim.

            Ölü konuşturmak demek, kişinin ölmüş olmasının arkasına saklanmak demektir. Bu olayları yaşayanlar hala hayattadırlar, onların yaşadığını bile bile  gözlerinin içine baka baka hala yalan söyleyebiliyorsun.  Hala iftira diyebiliyor ve ...Lütfen gerçekleri aynı yerde tekzip et diyorsun.

             İrfan DAYIOĞLU’nun tekzip edip etmeyeceğini bilmem ama ben gerçekleri bir kez daha haykırıyorum ;

            NEBİL’in seni ne şekilde( !) yakaladığı bir tarafa, hadi Nebil öldü diyelim, dernekte yaptığın rezilliği bilenler, olayın mağduru dahil herkes yaşıyor, ölen yok. Bu da mı ölü konuşturuculuğu ? Bu da mı iftira ?

            Babanın neden yargılandığı Antakya Adliyesindeki dosyalarda var, buna ne diyeceksin? Hala iftira diyebilecek misin ? Bu da mı ölü konuşturuculuğu ?

            Kaldı ki babanın belden aşağısıda beni hiç ilgilendirmez  ama duruşmalara babana yapılabilecek olası bir saldırıda –ki Anadoluda namus belasına zindan yatmak erdem olarak görüldüğünde- abin E…ve kardeşin M….ile yapılanmaya ait mühimmatlarla adliye önünde koruma yapman, Nebil’i ilgilendirdiği gibi beni ve o dönemdeki tüm devrimcileri de ilgilendirir.

            Hemen o yıl yapılan önemli bir eylemde, eylemi yapacak kişiye bu mühimmatları vermek  çok görülüyorsa, yapılanmaya ait mühimmatların adi bir olayda kullanılması yapılanmadaki kokuşmuşluğu, çürümüşlüğü ortaya koyması bakımından önemlidir ve bu da o günkü devrimcileri çok ilgilendirir. O mühimmatlar senin özel malın değildir, o nedenle tüm bunlar devrimcileri ilgilendirir. Hele hele bu kişi bu gün tüm bu gerçekleri unutup şanlı, onurlu geçmişimize hakaret ettirmeyiz diyorsa, müsade et birileri de çıkıp sana ne kadar şanlı (!) ve onurlu (!) olduğunu hatırlatıversin. Ölmüş babanın arkasına saklanarak kendini acındırıp savunmaya kalkma, daha çok komik duruma düşüyorsun.

            Adana olayını,  olaydan 15 ay sonra öğrendim. Bu olayda 3 kişi vardı. Sen ve Mihraç Nebil’i olay yerinde bırakıp kaçtınız. Ben olay yerinde olmadığıma göre, seni ve Mihrac’ı olaydan sonra hiç görmediğime göre, sizlerin bu davranışınızı nasıl bilebilirim ? Gerçek üçünüz arasındayken ben gerçeği kimden öğrenmiş olabilirim ? Ancak bu olayı kimlerin yaptığını bilen bir kişi daha var ; eşin M.Ç. Bu da mı iftira ? Ölü konuşturuculuğu ?

            Sana bu gerçekleri hatırlatanlara ölü konuşturucusu, iftira demekle kendini savunduğunu mu sanıyorsun ? Buna  kargalar dahi güler. Karşında çocuk mu var ? Geçmişte kimi insanları kandırmış olabilirsiniz, kimi insanların iyi niyetli yaklaşımlarını kullanmış olabilirsiniz. Başka bölgelereki insanlar sizi tanımıyor olabilir…

            Bu gün artık ayıbınızı örtmek için daha fazlasına ihtiyacınız var…

            Mağdur edebiyatı yaparak, ölü konuşturuculuğu gibi, belden aşağıya vurmalar gibi,  ölmüş babama bile iftira atıyorlar gibi yuvarlak sözlerden daha fazlasına ihtiyacınız var…

            Uzun lafın kısası, A.F. Çiler açıktan kendisini savunmak yerine  kendini ikili yazışmalarda bire bir savunmaya çalışıyor. Ancak İ. Dayıoğlu’nun yazısında gördüğüm an bu yazıyı yazmam artık farz olmuştur, ben hala söylediklerimin arkasındayım….   Ne ölü konuşturuyor ne de iftira atıyorum..