mihrac ural, ali fuat çiler ve o. nuri gündeş (2) Yazdır


(Bir kez daha Mihrac Ural) 

Bir önceki bölümde Ali Fuat Çiler’i yazdım. Ali Fuat Çiler ile  O. Nuri Gündeş arasında bir ilişki, zımni bir anlaşma olmuş mu? Olmuşsa eğer bunun sonuçları nedir? Yorum okuyucuya ait. Ali Fuat Çiler açıklama yapmak zorunda ve bir önceki yazımda sorduğum sorulara samimiyetle cevap vererek, 1978 operasyonu hakkında bildiklerini açıklamalıdır.

Şimdi sıra Mihrac Ural’dadır.

Önce, Hanefi Avcı yazdı. Kandırılmış ve ucuza kapatılmış Beşir Kanmaz’ı ele verdi. Şimdi de ikinci bomba patladı ve O.Nuri Gündeş yazdı. Nedendir bilinmez, anı yazan her MİT görevlileri, mutlaka Acilciler içersindeki köstebek yada ‘’kanat’’ dan bahsediyor.

O.Nuri Gündeş’te de böyle oldu ve Mihrac Ural paniğe kapılarak, kitapta yazılanları kırparak O.Nuri Gündeş’in anlatımlarını tersyüz etmeye, yada aklınca ‘’düzeltme’’ye kalktı.

Aklı sıra ilk saldıran kazanır(!) sandı. Kitabı bulduk ve Acilciler ile ilgili bölümü olduğu gibi yayınladık. Tıs yok. Şimdi pişman. İstiyor ki bir an önce konu kapansın. Hayır kapanmaz. O.Nuri Gündeş son derece önemli şeyler söylüyor. Bu söylemler Mihrac Ural ve ekibini ele veren açıklamalar ve tam da bizim söylediklerimizi doğrular niteliktedir.

Hemen belirtmek durumundayım. Özellikle Bursa  ve Samsun yakalanmalarını yazdıkça, bu operasyonlarda yakalanmış olan ve yıllarca hapis yatan yoldaşlarımızdan yeni haber ve bilgiler geliyor. Bu bilgiler, birçok şeyin çok daha açık olarak gözler önüne serilmesine önemli katkılar sağlıyor.

Geçtiğimiz günlerde,1978 operasyonunda, Havza’da yakalanan Z.Eren ile uzun bir görüşmemiz oldu. Z.Eren’in anlatımları ile Mihrac Ural’ın bu operasyondaki rolü kuşkuya yer vermeyecek bir biçimde daha da netleşmiş oldu.

Z.Eren, 1978 operasyonun da Havza’da yakalanıyor. Aynı gün İbrahim Evren de Havza’da yakalanıyor. Samsun’da ise Hasan GENÇOGLU yakalanıyor. Bu yakalanmaların birbirleriyle hiçbir bağlantısı yok. Özellikle Hasan GENÇOĞLU’nun Samsun’da olduğunu ve orada kaldığını Z.Eren bilmiyor bile. Bunu bilen tek kişi Mihrac Ural’dır.

Z.Eren, İbrahim Evren ve Hasan Gençoğlu yakalandıkları gün doğruca Ankara’ya getiriliyorlar. Bu sırada Mihrac Ural Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde gözaltındadır.

Z.Eren ve İbrahim Evren Ankara emniyetinde 3 gün kalıyorlar. Kendilerine bu üç gün içersinde tek bir soru sorulmuyor ve oradan doğruca Bursa’ya götürülüyorlar.

Burada, Z.Eren’e bir soru sordum. Sizi kim ele verdi? Z.Eren bunu bilmiyor ve tahmini olarak ‘’herhalde Bursa’da yakalananlar vermiştir’’dedi. 10 yıl cezaevi yatmış olan Z.Eren’in, bugüne kadar kendisini ele veren kişinin yada kişilerin kim olduğunu bilmemesi, sadece tahmin etmesi, çok garip.Garip olması, Z.Eren’in saflığından yada kötü niyetinden asla değil. Garip olması, son derece ciddi bir operasyonda yakalanan yüz’e yakın yoldaşın operasyonun seyri hakkında net bir bilgiye sahip olmamasıdır. Bu bilgiler özellikle karartılarak her şey birbirinin içersine geçirilmiş ve  içimizdeki köstebek gizlenmeye çalışılmıştır. Bugün, kendilerine ‘’ser verdik sır vermedik’’ diye yalan söyleyerek, Acilciler örgütünü 30 senedir aldatan sahte kahramanların maskeleri yeni yeni düşüyor.

Devam ediyorum.

Z. Eren, İbrahim Evren ve Hasan Gençoğlu Samsun ve Havza’da yakalanarak, doğrudan Bursa’ya değil de neden Ankara’ya, Mihrac Ural’ın bulunduğu yere getirilmişlerdir.

Nedeni çok basit.  Hemen hepimizin bildiği şaşmaz bir gerçek var. Şudur. Bir kişi yakalanmış ise ilk götürüleceği yer, ya olay mahallidir ya da kendisini ele veren muhbir’in bulunduğu yerdir.

Z.Eren, İbrahim Evren ve Hasan Gençoğlu’nun Ankara’ya getirilmeleri de, kendilerini ele veren Mihrac Ural’ın bulunduğu Ankara olmuştur. Bu yoldaşların, Ankara’da hiçbir sorguya muhatap olmadan üç gün sonra Bursa’ya götürülerek, Bursa’da sorgulanmaları da ne demek oluyor peki?

Öyle ya, madem ki Bursa’da sorgulanacaklardı ve madem ki  bu yoldaşları ele veren kişiler Bursa’da yakalanan yoldaşlardı da,  neden doğruca Bursa’ya değil de Ankara’ya götürüldüler.

Bursa’da ele verilmiş olsalardı eğer, Bursa polisi tarafından doğrudan Bursa’ya getirilmiş olacaklardı. Oysa, Ankara emniyeti tarafından Samsun ve Havza’da ele geçirilen adı geçen yoldaşlar doğal olarak Ankara’ya getirilmişlerdir.

Mihrac Ural’ın buradaki konumu kuşkuya yer vermeyecek şekilde açığa çıkıyor. Mihrac Ural, yakalanır yakalanmaz bu yoldaşları ele vermiştir. Bunun üzerine yakalanan bu yoldaşlar Ankara’ya sorgulanmak üzere getirilmiş olmalarına rağmen sorgulanmamışlar ve operasyonun yönü bilinçli olarak Bursa’ya kaydırılmıştır.

Bunun nedeni? Mihrac Ural’ın polis tarafından korunmaya alınmış olmasıdır. ‘’Acilcileri ehlileştirme’’ sözü vererek az bir ceza ile kurtulma garantisi alarak polisle anlaşmış olmasıdır. Bu anlaşma üzerine( yada yukardan gelen talimat üzerine) Ankara’ya getirilerek sorgulanacak olan yoldaşlar, üç gün sonra Bursa’ya götürülerek, ‘’sizi ele veren bunlardır’’(!) imajı verilmek suretiyle hedef şaşırtmasına gidilmiştir.

Dikkat ediniz. Mehmet Avan yakalanıyor ve kim tarafından yakalatıldıgı bilinmiyor. Mihrac Ural’ın nasıl yakalandığı? Nerede yakalandığı belli değil. Eşber ‘in yakalanışı A.Fuat Çiler ile bağlantılıymış gibi gösteriliyor. O.Nuri Gündeş, Mihrac’ı korumak için bilerek yalan yazıyor ve Eşber’in ilk kez tespit edilişini, A.Fuat’ın takip edilmesi üzerine tesadüfen ortaya çıktığını söylüyor. Oysa, Eşber ile Mihrac’ın daha önce Bursa’da çekilmiş fotoğrafları mevcut. MİT İstanbul bölge başkanı olan O.Nuri Gündeş bunu nasıl bilmez?

Mihrac Ural’ın resmi yakalanış 10 Mart 1978’dır. Mihrac Ural’dan üç gün sonra, 13 maer 1978’de, İstanbul’da da bir  operasyonu oluyor ve Nebil Rahuma yakalanıyor. Nebil Rahuma’nın kaldığı evi bilen tek kişi Mihrac Ural’dır. Mihrac Ural, yıllar sonra köşeye sıkıştı ve’’ Nebil’i ben değil Ahmet BABAOGLU ele verdi dedi’’ Doğru değil. Bu söylem kesinlikle doğru değildir. Ahmet Babaoğlu, ne Nebil Rahuma’yı tanır ve ne de kaldığı evi bilebilir.

Mihrac Ural, kendisi yazıyor. Çetleşmelerini yayınladık. ‘’beni Ankara İstanbul arasında 21 gün dolaştırdılar ‘’ diyor. Peki nerelerde dolaştırdılar sorusuna cevap vermiyor.

‘’Şartelle elektrik işkencesi yaptılar’’(!) diyor. ‘’Her tarafım paramparça’(!)’ oldu diyor. Bunların yalan olduğunu ispat ettik.

Ankara’da fotoğraflarının çekildiğini inkar ediyordu, Mustafa Burgaz bu söylemi yalanlıyor ve ‘’ Ankara’da bile takip altındaydık bunu biliyordum’’diyor.

En önemlisi de Mihrac Ural yakalandıktan sonra Antakya’ya götürülmüyor. Oysa hepimiz çok iyi biliyoruz ki, adı geçen dönemde, sıradan her Antakyalı yoldaş, nerede yakalanırsa yakalansın önce Antakya’ya götürülmüş ve orada da sorgulanmıştır. Sadece Antakyalı yoldaşlar değil, Antakyalı olmayan yoldaşlarımızın birçoğu da götürülmüş olmasına rağmen ne gariptir ki Mihrac Ural Antakya’ya götürülmüyor.

Bu durum bile, tek başına, Mihrac Ural- MİT ilişkisi için yeterli bir nedendir.

’ Anlatsana, seni neden Antakya’ya götürüp orada sorgulama gereği duymadılar’’ diye sorduk. ‘’ Antakya’da deşifre değildim, o nedenle götürmediler ‘’ diye cevap verdi.

Akılsız adam. Bu kadar aleni bir yalanla kimi aldatacağını sanıyor? Emin olun, bu yalan karşısında değil Antakyalı devrimciler Ali Fuat Çiler bile ağzıyla değil kıçıyla kıs kıs gülüyordur.

Mihrac Ural, tıpkı Ali Fuat Çiler gibi yakalandığı an (ilk kez, nerede ve ne zaman yakalandığı tam olarak bilinmemesine rağmen) Acilciler örgütünü ‘’ehlileştirmek’’ için polise söz verip, karşılıgında da kısa zamanda tahliye edilme garantisi alarak tertemiz(!) bir polis ifadesi tutanağı alarak ‘’ser verip sır vermeyen’’ yiğit(!) olarak yeniden içimize salınmak istenmiştir. Bu oyun, dönemin özelliklerinden kaynaklanan hareketlilik nedeniyle uzun süre devam etmiş ve 30 sene sonra ‘’takke düşmüş kel görülmüştür’’

Örgütsel yaşamları boyunca, ciddi hiçbir eylem içersinde yer almamış, sadece bir iki eylemde zorunlu kalarak uzaktan gözcülük yapmalarına rağmen, onda bile yoldaşlarını ortada bırakıp kaçmış olan Mihrac Ural ve Ali Fuat gibi ne idüğü belli olmayan adamların bugünkü konumlarına bakarak geçmişlerindeki kirlilikleri bile rahatlıkla görmek mümkündür.

Bugün, birisinin ahlak düşkünü bir tacizci, diğerinin ise en az on tane devrimciyi öldüren ve yüzlercesini ihbar ederek örgütümüzün tasfiyesi için elinden gelebilecek tüm ihanetleri yapan bir hırsız, bir arsız, bir sahtekar ve katil olduğu açıga çıkmıştır.

Mihrac Ural ve onun gibi sahtekarların pek çoğunun, sözde devrimci lafazanlıklar ettiğine bakmayınız. Devrimci lafazanlıkları yanı sıra, sözüm ona, Kürt halkının haklı mücadelesinin yanında duruyorlarmış gibi gevezelik etmelerine de inanmayınız. Bunlar, yanında gözükmeye çalıştıkları Kürt halkının düşmanlarıdır. Bunlar sahte dostlardır. Bunların sığınabilecekleri hiçbir liman kalmadığı için, Kürt kimliğinin arkasında duruyorlarmış gibi gözükerek, muhatap olacaklarını çok iyi bildikleri sert tepkileri yumuşatma ve bertaraf etmek içgüdüsüyle takiye yapmaya çalışan içimizdeki ihanet odaklarıdır.

Mihrac Ural ve onun gibileri, her dönemin ‘’adam’’ları olarak sığınabilecekleri bir liman ararlar. Dikkat ediniz, Dev-Sol ayrışması döneminde, önce Bedri YAĞAN ve arkadaşlarıyla dost gözükmeye çalışan Mihrac Ural’ın, bir süre sonra Bedri’ye sırtını dönerek ona nasıl küfrettiğini ve Bedri’nin tuzağa düşürülmesindeki rolünü hatırlayınız. Unutmayın,  aynı Mihrac Ural’ın PKK ve onun lideri Abdullah Öcalan’a karşı kurduğu tuzaklar da vardır. Sözde, herkesten çok PKK yardakçısı geçinmeye çalışan bu hokkabazın, PKK hareketine fiili olarak hiçbir konuda destek ve dayanışması yoktur. Bunun olmadığı gibi, elinden geldiğince PKK hareketine köstek olmuştur.

Abdullah Öcalan söylüyor. Abdullah Öcalan’ın mahkeme tutanaklarında mevcut. ‘’ Hatay bölgesinde yeni bir açılım yapmak istedik, bu bölgede etkin olan Acilciler’den destek göremedik’’ diyor. Bizzat Abdullah Öcalan tarafından, ‘’çelepçi’’dir, ‘’güvenilmez adam’dır ‘’ sahtekardır’’, hatta ve hatta ‘’o.... çocuğudur’’ diye tanımlanan Mihrac Ural’ın bu sözleri duymazlıktan gelmesi çok doğal.Kaçacak bir yeri, sığınacak hiçbir limanı kalmamış ve kıçı açıkta kalmış olan içimizdeki hain’in, kendi blogunda yayınladığı 30 sene öncesine ait fotoğrafları, sanki yeniymiş gibi pazarlamaya çalışması, onun ne hale düştüğünün kanıtıdır. Yaptığımız şey, bu düşkünü ve bu düşkünün çanak yalayıcılarını silip süpürmek olmuştur.

Elbette kolay olmadı, 30’un üzerinde eski yoldaşımızın katkısıyla bunu başardık. Üzerindeki sahte şalı kaldırıp attığımız zaman, bu şalın altında çıkan pisliğin kokusu burunlarımızı tıkayacak derecede keskin kokuyor. Biz bu kokuyu da dağıtacak ve gereğini yapacagız.

İhanette zaman aşımı yoktur...