Yeniden tarih üzerine... Yazdır


Garip bir tarih anlayışıyla ilgili yazı beklemediğim kadar ilgi gördü diyebilirim. Konuya eklenebilecek birkaç nokta daha bulunuyor.

Birincisi; Lenin ve Troçki 1905 devriminin yenilgisinden sonra sürgüne giderler ve Londra’da Karl Marx’ın mezarı başında karşılaşırlar. O yıllarda araları iyi değildir.

Troçki, “tarih seni dipnot olarak bile anmayacak,” der.

Lenin, “o tarihi kimin yazacağına bağlıdır,” cevabını verir.
Yerinde bir cevaptır.

SSCB’nin dağılmasının ardından Troçkistler günlerinin geldiğini sandılar ama yanıldıklarını anlamaları uzun sürmedi. Bu arkadaşlar yıllardan beri Troçki’yi sosyalizmin tarihinde yükseltmeye çalışıyorlar ama ya olmuyor ya da ancak küçük adımlar atılabiliyor. Nedeni, yöntemlerinin yanlış olmasıdır.

Troçki’nin Ekim devrimi öncesinde ve sonrasında yaptıklarını sıralıyorlar, çeşitli konulardaki teorik belirlemelerinin nasıl doğru çıktığını anlatıyorlar ve anlatıyorlar.

Yıllardan beri harcadıkları büyük çabaya karşın alabildikleri sonuç cılızdır.

Doğru yöntem, geçmişi onarmak için geçmişten başlamak değildir; bugünden başlayıp geçmişe gitmektir. Eğer bugün teorik ve/veya pratik olarak yetkin olabilselerdi, bu yetkinliklerine dayanarak geçmişi daha kolay yeniden kurabilirlerdi.

Bu yetkinliğe bir türlü ulaşamadıkları için sürekli olarak geçmişte kalarak geçmişi onarmaya çalışıyorlar ama olmuyor.

Olmaz da!

İkincisi; geçmişin değişmez olduğunu sanmak büyük yanılgıdır.

Denir ki, tarihle uğraşmak zordur çünkü tarih sürekli yeniden yazılır.

Olaylar değişmez ama yorumları değişir. Diyelim 20 yıl önce çok önemli görünen bir olayın bugün önemi kalmamış olabilir. Kişi hala o olayın ne kadar önemli olduğunda kalmışsa, hayretler içinde yalnızlaştığını görecektir.

Tarihi yeniden yazan bugündür. Bugün değiştikçe tarih de değişir.

Burada tarihin değişmesi, yorumun değişmesi anlamındadır.

Geleceğin tarihini bir oranda yazabilmek zordur ama imkansız değildir. Bugün yaptıklarınız ne kadar geleceğe uzanabiliyorsa, sonranın tarihini de o kadar etkileyebileceksiniz demektir.

Bir başka konu; tarihçilerin “neden” konusuyla az ilgilenmesidir.

Bu durum sadece bizde değil başka ülkelerin tarihçilerinde de görülür.

Son üniversite eğitiminde yan bölüm olarak önce tarih almıştım. (Goethe Üniversitesi’nde ana bölümü okuyabilmeniz için mutlaka büyük bir yan bölüm almanız gereklidir.) İnsanların kafa yapısı beni sarmadığı için bölüm değiştirip etnolojiyi seçecektim (iyi ki de böyle yapmışım!)

Derslerden birisi ilk çağ ile ilgili… Atina ile Sparta’nın karşılaştırılması…

İlki kölecilik dönemi demokrasisi iken, ikincisi aynı dönemin oligarşik yönetimi sayılır.

Köle demokrasisi Atina’da kadınların hiç hakkı yoktur. Mecbur kalmadıkça evden çıkmaları istenmez, demokrasi köle olmayan erkekler içindir.

Sparta’da ise kadın eşit hakka sahiptir ve sosyal olarak aktiftir.

Neden böyle diye sorduğunuzda sorunun garip karşılandığını görüyorsunuz.

Böyledir, bu kadar!

Sparta bir savaş toplumudur. Erkekler sürekli olarak askeri eğitimde ya da savaştadır.

Bu durumda çok sayıda toplumsal işin yürütülmesi kadınlara kalmaktadır ve kadınlar erkekler kadar olmasa bile askeri eğitim görürler.

Kadınların birden fazla eşinin olması normaldir çünkü erkekler fazla yaşamamaktadır.

Tiyatro, şiir, felsefe alanlarında neredeyse tüm üretim Atinalılar tarafından yapılırken Sparta bu konuda boş sayılır.

O dönemde bütün savaş toplumlarında kadının önemi erkeklerle eş düzeydedir.

Tarihçi, neden böyledir sorusunu sormak ihtiyacını genellikle duymuyor.

 

İlginçtir, Sparta toplumunun neden fazla yaşayamayacağını anlatan kişi Aristoteles’tir ya da tarihçi birisi değildir.