Tarihçilik hafızlık değildir Yazdır


Bütün bilim insanları çok okumalıdır. Bilgi olmadan düşünme olmaz çünkü düşünmek bilginin iç bağlantılarını bulmak, bilgiden bilgi üretmek demektir.

Bilgi sahibi olmak mutlaka düşünebilmeyi gerektirmez. Bazı insanlar geniş bilgilerini tekrar vermenin ilerisine gidemezler. Bu insanlar bilirler ama bilgiden bilgi üretemezler, bilgi öbekleri arasındaki ilişkileri kuramazlar.

Tarihçilerde bu özellik daha sık görülür, tarihçilikle hafızlık karışır.

Bunun yakın zamanda bilinen örneği İlber Ortaylı olsa gerektir.

Geniş bilgisi bulunduğu açık ama bu bilginin iç bağlantılarını kurabildiği söylenemez.

Güncel bir örneği, cihatçı örgütler arasındaki çatışmayı ele alalım.

Çok kişi ikisi de selefi olan Taliban ile İslam Devleti arasındaki çatışmayı anlayamadı hatta şaşırdı. Bir konuyu anlamıyorsanız emperyalizme bağlarsınız, olur biter! Bu örnekte de genellikle böyle yapıldı. Hem Taliban hem de İslam Devleti’ni ABD kurmuştu; buraya gelinip duruldu. Bunlar neden çatışıyordu, cevap yoktu.

Bu çatışma yeni değildi ama anlaşılan bu kişiler yeni duymuştu.

Bir dönem birlikte çalışan, yakın işbirliği yapan, hatta birisi diğerinin içinde olan (İslam Devleti daha önce El Kaide’ye bağlıydı) örgütlerin daha sonra ayrışması ve ardından da birbirine düşman olması garip karşılanıyor.

AKP ile Fettullahçılar ilişkisinin tarihsel evrimi ise hiç garip karşılanmıyor.

Soyutlama düzeyinde ikisi arasında büyük benzerlik yok mudur?

Teorik olarak birbirine benzeyen islamcı grupların küçük bir fırsatta ayrışması tarihsel gerçeklik değil midir?

Burada bir davranış tarzı olanı değişik bilgilerle süsleyip aynen vermek ise, diğer davranış tarzı –düşünmeyi gerektirir- böyle olmasının nedenlerini ortaya çıkarmaktır.

Nedenini –üzerinde ayrıntılı araştırma yapılması gerekmekle birlikte- İslam’da merkezi otorite bulunmamasına bağlamak mümkündür.

Güçlü olan merkezi otoritedir, diğerlerini kendisine uymak zorunda bırakır.

Güç zayıfladı mı, merkezi otoriteye başkaldırı başlar.

Osmanlı padişahları Yavuz Sultan Selim zamanından beri aynı zamanda halife idiler.

Osmanlı’nın askeri gücü iyi olduğu sürece halifeliklerini Müslümanlara kabul ettirmekte sorun yaşamadılar.

II. Mahmut döneminde Mısır’da Mehmet Ali Paşa padişaha ve halifeye isyan etti.

İkisi de Sünnidir ama dinsel alandaki yakınlık politik olarak itaat etmeyi getirmedi.

Birinci Dünya Savaşı sırasında padişah İngiltere’ye karşı cihad ilan etti. İmparatorluğun üç büyük Müslüman halkından Türkler ve Kürtler buna uydu, Araplar uymadı ve İngiltere ile işbirliği yaptılar.

Bizde birilerinin halifelik ilan edeceği söylenir durur!

Etsin tabii, hiç beklemesin! Bakalım kaç kişi uyacak?

Siyasal İslamcılığın değişik tonlarını temsil eden örgütler dışlarındaki güç büyük olduğu zaman genellikle birlikte davranırlar. Dışlarındaki güç zayıflayınca tırmanışa geçerler ve bu arada da ayrışırlar.

Bizde sosyalist hareket güçlü olduğu sürece bu cephede ayrışma zayıftı. Nüveleri vardı ama açık olarak ortaya çıkamıyorlardı. Sosyalist hareket zayıflayınca yükselişe geçtiler.

Burada önemli bir yanılgıya dikkat çekmek gerekir.

Gerek ABD ve gerekse de 12 Eylül faşizmi islamcı hareketi SSCB’ye ve ülkedeki sosyalistlere karşı destekledi. Burası açıktır ama sonrasını da düşünmek gerekir.

SSCB dağıldıktan, bizde sosyalist hareket zayıfladıktan sonra desteklenen güçler destekçilerine karşı çıkmaya başladılar.

Bu gelişme tarzı islamcı hareketlerin tipik yöntemidir.

Benzerini Filistin’deki Hamas’ın gelişmesinde de görebiliriz.

Başlangıçta İsrail tarafından FKÖ’ye karşı desteklendiler, FKÖ parçalanınca da İsrail ile savaşmaya başladılar.

Son nokta: bu ülkede din her zaman kültürün önemli parçası oldu. Bu durum AKP ile başlamadı, öncesinde de vardı ama AKP iktidarıyla birlikte arttı.

Sosyalistler dinin kültürün önemli bileşeni olduğu bir ortamda sosyalizasyon yaşadılar ya da toplumsal değerleri içselleştirdiler.

Bu ülkenin sosyalistleri neredeyse tümüyle kendilerini ateist olarak görürler ama bu durum içselleştirilen din kültürünün etkisinden kurtulmak anlamına gelmez.

Şiddet konusunda da böyledir.

Türkiye bir şiddet toplumudur ve bu özellik devrimciler arasındaki şiddette de kendini gösterecektir.

Hiçbir sosyalist hareket içinden doğduğu toplumun özelliklerinden bağımsız olamaz. Bu özellik bire bir oranında olmasa da sosyalist harekete yansır.

Sosyalist hareketteki bölünmelerin bir bölümünün teorik temellerinin bulunmadığını biliyoruz. İdeolojik birlik, örgütsel birlik için yetmiyor. Teorik olarak birbirine çok yakın örgütler birbirinden ayrı olmanın ötesinde düşman da olabiliyor.

Bunda sosyalizasyon yoluyla bilinçsiz olarak içselleştirilmiş İslam kültürünün ciddi etkisi yok mudur?

Kariyerizm, grupçuluk vb. etkisi de vardır ama esas olarak bunlarla bu kadar ayrışma olmaz.

İslamcı gruplar arasındaki yaklaşık aynıların ayrışmasıyla, sosyalist hareketteki durum arasında açık benzerlik vardır.

Teorik olarak önemli farklılıklarınız varsa, ayrı olmanız normaldir ama durum böyle değildir. Sorun büyük oranda aynıların ayrı olmasıdır.

 

Bu konuda ayrıntılı araştırmaya gerek bulunuyor.