Barış hareketsiz bir ülkede barış günü Yazdır


2000 yılında yayınlanan Alt Emperyalizm ve Türkiye kitabının son sayfasında şu cümle vardı:

“Türkiye ‘büyük bölgesel güç’e hatta ‘dünya devleti’ne denk düşen bir dünya görüşünü ülke içinde geniş bir kesime benimsetebilmiştir. Türkiye’nin yayılmacılığının her biçimi halktan büyük destek bulmuştur. Bugünün koşulları sürdüğü sürece bundan sonra da bulacaktır.” (s. 173)

Aradan 20 yıl geçmesine rağmen bu saptama değişmedi. Türkiye eskisinden daha yayılmacıdır ve destekte de azalma yoktur.

Böyle bir ülkede anılmaya değer bir barış hareketi bulunmuyor. Geçen 20 yıl içinde silah sanayisi kuran ve yoğun ithalatın yanı sıra silah ihraç etmeye de başlayan bu ülkede anılmaya değer bir barış hareketi bulunmuyor.

“Barış süreci” döneminde böyle bir hareket ortaya çıktı ama kalıcılaşmadı, isim olarak halen bulunabilir ama fiili olarak bulunmamaktadır.

1 Eylül’de barış zinciri oluşturmak, toplantılar yapıp barış istemek iyidir ama pratikte önemli bir anlamı olmadığını görmek zor değildir.

Bu yazıda barış hareketinin sorunları ve bunların nasıl aşılabileceği üzerinde durulacaktır. Mevcut durumda dünyanın en yayılmacı ülkesi sayılan Türkiye’de barış hareketi bulunmuyor saptamasını ya da bilineni ilan ederek burada durmak olmaz; neden yoktur ve nasıl var olabilir sorularının cevaplandırılması gerekir.

Öncelikle belirtilmesi gerekir: halklar barış istiyor, belirlemesi doğru değildir.

Türkiye’nin yayılmacılığı her dönem halktan önemli destek bulmuştur ve mevcut gelişme bundan sonra da böyle olacağı yönündedir. Bunu bilerek hareket etmek gerekir.

İtiraz olarak, Kürtlerin önemli bir bölümünün barış istediği söylenebilir. Doğrudur ama bu görüş kolayca yön değiştirebilir. Barış süreci döneminde Abdullah Öcalan’ın “Misakı Milli’yi birlikte genişletelim” açıklamasının unutulmaması gerekir. Misakı Milli’nin genişletilmesi savaş olmadan mümkün değildir. Sonraki yıllarda Misakı Milli Irak ve Suriye’de özellikle Kürtler hedef alınarak ama PKK olmadan hatta ona karşı genişletilmiştir.

Bizde barış hareketinin birinci sorunu, barışın Kürt sorunuyla sınırlı olarak görülmesidir. Barış sorunu eşittir Kürtlerle barış demektir.

2010’lu yılların başlarında, barış süreci yıllarında bunu anlatmak kolay değildi ama farklı gelişmelerin açık olarak görülebildiği son yıllarda bile aynı anlayışın sürmesi ancak gelişmeyi anlayamamak olarak nitelendirilebilir.

Türkiye alt emperyalizminin en önemli hedefi Kürtlerdir ama bunun dışındaki gelişmeler de açıktır. Libya’daki savaşta taraf olunması, Doğu Akdeniz’de doğal gaz aranırken Yunanistan ve Fransa ile sürtüşme Kürtlerin dışındaki yayılmacılığın ve askeri güç kullanmanın belirgin örnekleridir. Bunun arkası değişik şekillerde gelecektir.

Karşımızdaki birinci sorun, barış mücadelesini Kürtlerle barış ile sınırlı tutmamaktır. Kürtlerle barış, barış mücadelesinin halen önemli bileşeni olmakla birlikte bununla sınırlı değildir.

İkincisi, Türkiye’nin etkinliği gittikçe artan alt emperyalist bir ülke olduğunun anlaşılmasıyla ilgilidir. Bu anlaşılmadan, barış mücadelesinin kapsamı doğru belirlenemez.

Türkiye’nin yayılmacılığı macera hevesi ya da mevcut iktidarın devam edebilmesi için girişilen temelsiz bir atılım değil, sistemin gereğidir. Türkiye –tabii ki ABD ve Almanya gibi ülkelerle karşılaştırılamayacak kadar az da olsa- sermaye ihraç ediyor ve bunun önemli bir yolu olarak da askeri gücünü kullanıyor. Libya bu konuda açık örnektir. İnşaat konusunda geçmişten kalan büyük alacağın tahsil edilebilmesi ve yıkılan ülkenin yapımında söz sahibi olunabilmesi için sahada bulunmak gerekmektedir ve bu ülkedeki savaşta da bu nedenle taraf olunmuştur.

Irak’taki inşaat faaliyetlerinde ve diğer yatırımlarda belirleyici olan bu ülkede Türkiye’nin askeri varlığıdır. Gelecekte benzer durum Suriye için ortaya çıkacaksa, burada da belirleyici olan askeri gücün varlığı olacaktır.

Türkiye’nin Katar’da askeri üssü bulunmasa ve bu üs aracılığıyla ülke özellikle Suudi Arabistan’a karşı korunmasa, ülkeye her yıl kaynağı belirsiz olarak nitelendirilen yüksek miktarda nakit de girmezdi.

Askeri güç kullanmak –buna çok sayıda ülke ordusuna verilen askeri eğitim ve silah ihracatı da dahildir- artık sistem sorunu durumuna gelmiştir. Askeri saldırganlığı ve yayılmacılığı “AKP’nin ömrünü uzatmak için girdiği manevra” olarak görmemek gerekir. Bu da olabilir ama esas olan bu değildir. İlerde –olur ya- CHP iktidar olursa, çok farklı bir çizgi izleneceğini düşünmemek gerekir.

Karşımızdaki ilk büyük sorun, barış mücadelesinin kapsamının doğru belirlenmesidir. Özetlersek: barış sorunu, Kürtlerle barışla sınırlı değildir ve Türkiye’nin yayılmacılığı sistemin özelliği durumundadır.

Öncelikle bunun bilince çıkarılması gerekiyor.

Bunun ardından gelen sorun, barış mücadelesinin sürekliliğidir. Kitlesel olarak az olabilirsiniz. Barış mücadelesi hiçbir ülkede sürekli kitlesellik kazanmamıştır. Almanya barış hareketini tanıyan ve içinde yer alan bir kişi olarak bunu özellikle belirtebilirim. Bazen yüzler bazen yüzbinler sokağa dökülmüştür ama barış hareketi her zaman olmuştur.

Almanya barış hareketi her yıl ülkenin dünyada ne yaptığının dökümünü çıkarır: kaç ülkede askeri vardır, silah ihracatı ne durumdadır, silahlanma yatırımları nasıldır, barış hareketinin faaliyetleri ve genel durumu nasıldır ve benzeri konularda kitap yayınlar.

İster güçlü isterseniz zayıf olun, süreklilik ve bunu sağlayacak araçlar önemlidir.

2010’lu yılların başlarında Avrupa’da Barış/Aşiti gazetesini beş sayı yayınladık. Gazetenin ömrü barış sürecinin ömrüyle çakıştı denilebilir. Gazetenin ilgi gören bir de sitesi vardı ama sürekliliğini sağlayamadık. Yapılabilse iyi olurdu ama her şeyden önce gerekli kadro yoktu denilebilir. Türkiye’nin alt emperyalizmini gören ve barış konusunun Kürtlerle barışla sınırlı olmaması gerektiğini savunan yeterli kadro yoktu. Geçen yıl yayınlanan Küresel İç Savaş ve Türkiye kitabının dışında –bildiğim kadarıyla- Türkiye alt emperyalizminin ve yayılmacılığının ulaştığı aşamayı inceleyen başka yayın olmadı.

Durum eskisi kadar kötü değildir. Alt emperyalizm artık yükselen bir kavramdır, kabul edilmektedir. Barış mücadelesinin daha kapsamlı olarak kavranmasının ve sürekliliğini sağlayacak araçların geliştirilmesinin olanakları eskisine göre fazladır.

Yeniden belirtiyorum: hiçbir ülkede sürekli kitlesel barış mücadelesi olmamıştır, bunu bilerek hareket etmek gerekir. Kürt arkadaşlar da alt emperyalizmin sadece kendilerini ilgilendiren yönlerini görmekten uzaklaşmak zorunda kalacaklardır diye düşünüyorum.

Son alarak Türkiye’deki barış mücadelesinin özgün yanına geliyoruz.

Barış mücadelesinde ne yapılabilir konusunda başka ülkelerin daha gelişmiş barış hareketlerinin deneylerinden öğrenebiliriz. Öğrenemeyeceğimiz konu ise şudur:

Türkiye bir şiddet toplumudur. Erkeğin erkeğe, erkeğin kadına, kadın ve erkeğin çocuğa, hayvanlara ve doğaya karşı şiddet… Şiddet toplumun bütün alanlarından fışkırmaktadır. Ülkede yoğun devlet şiddeti de bulunmakla birlikte şiddet toplumu tanımlaması devlet şiddetine indirgenemez.

Almanya gibi barış hareketinin gelişmiş sayılabileceği bir ülkede de şiddet bulunmakla birlikte, bu ülke için şiddet toplumu denilemez.

Barış mücadelesiyle toplumun hemen her alanında bulunan saldırganlık doğrudan ilgilidir ve bunun kavranması önemlidir. Biz, başka ülkelerin barış hareketlerinden farklı olarak, bir şiddet toplumunda barış hareketi örgütlemek sorunuyla karşı karşıyayız. Şiddet toplumunu görmeden, bu şiddetin değişik alanlardaki görünümleriyle mücadele çıkışsız kalır. Mesela sol içi şiddet ya da kadına yönelik şiddet gibi… Bu şiddet genel şiddetin parçasıdır ve arkadaki büyük geneli görmeden sadece özelle uğraştığınızda fazla ileri gidemezsiniz.

Bir insanın, grubun ya da halkın gerçekte bulunduğu düzeyle, bulunması gerektiğine inandığı düzey arasındaki fark büyüdükçe, şiddet eğilimi artar. Bu durumda şiddet, değişik görünümleriyle, geçici bir rahatlama aracı olur. Toplumda şiddetin bu kadar yaygın olması ancak onun belirli bir işlevinin bulunmasıyla mümkündür.

Böyle bir toplumdaki barış hareketi, bu şiddetin değişik biçimlerini bilince çıkarmadan ve bunlarla mücadele etmeden gelişemez.

Doğru cevapların bulunması için öncelikle soruların doğru sorulması gerekir. Bu nedenle karşımızdaki ilk önemli adım, barış mücadelesinin kapsamının doğru belirlenmesidir. Bu yapılamadığında gösterilen hareketlilik –yıllardan beri görüldüğü gibi- sonuçsuz aktivizmin ilerisine gitmeyecektir.

Barış mücadelesi süreklilik içinde görünür kılınmalıdır. Bu görünürlük zayıf kalabilir ama asıl önemli olan daima var olmasıdır. Bu konuda tek yol yoktur; yerel derneklerden kitaplara, sitelere, varlığını 1 Eylüllerde değil de sürekli hissettiren daha merkezi yapılara kadar çok sayıda çözüm sayılabilir.

Daha ciddi ve daha kapsamlı olarak başlanabilirse, barış mücadelesinin geniş çerçevesi doğru belirlenirse, pratik de özellikle öğretici olacaktır.

Sadece teorik formasyonla olmaz ve zaten hiçbir teori pratikten apayrı olamaz ama şunu da unutmamak gerekir: gerekli teorik formasyon almadan yoğun pratik insanı yoran aktivizmden ileriye gitmez.