Liderlik kavgalari Yazdır


Hayatim boyunca ilgim olmamis seylerden bir tanesi de budur. Hic bir yerde lider olmak istemedim.

Bazılarınıza garip gelebilir, ama gerçek böyledir. Sadece politikada değil, diğer alanlarda da birinci olmayı hiç istemedim. Mesela üniversitede iken iyi öğrenciydim, 1970 ve 1971 yıllarında, açıklanmasına gerek olmayan nedenlerle notlarım düştü. Buna rağmen okulu iyi bir ortalamayla bitirmiştim. 55 yaşında üniversiteyi bu kez Almanya’da ikinci kez bitirdiğimde de notum yine iyi idi. Sınıf birincisi olmak gibi bir düşünce aklıma bile gelmemişti.   

 

Politikada birisi bana “Senden örgüt lideri olmaz” demiş ve eklemişti: “Senin eskiden de böyle bir iddian yoktu. Hep kolektif liderliği savunurdun.”  

 

Doğru bir saptama... Yıllarca Acilcilerin en tanınmış kişisi olarak bu saptamam garip görünebilir. Bu nedenle arkasında yatan mantığı açıklamam gerekiyor:  

 

İlgi alanı geniş olan bir insanım. Bildiğim konuların çeşitliliğinden de bunu rahatlıkla anlamak mümkündür. Örgüt lideri ya da örgütte bir numara olduğunuzda ise böyle yapabilmeniz zordur. Ek sorumluluklarınız vardır ve ilginizi geniş bir alana dağıtamazsınız. Bu, benim hiç de tercih edeceğim bir durum değildir.  

 

1975 yılında İlker, Yüksel ve ben, sonradan Acilciler, HDÖ, Devrimci Savaş gibi bileşenlere ayrılacak örgütü kurduğumuzda, hiç birimiz lider değildik. Aramızda böyle bir ilişki yoktu. Kimsenin lider olmak gibi bir niyeti de yoktu.  

 

1976’da Yüksel, ben ve Rıza arasında da durum böyleydi. Diyelim ki teorik konularda daha çok benim söylediklerim geçerli kabul ediliyorsa, bu, benim lider olmamdan değil, konuları iyi bilmemden ötürüydü.  

 

Askeri alanda da benzeri bir durum olacaktı: Nebil’in de içinde bulunduğu İstanbul eylem kadrosu içinde ben kumandan ötekiler asker değildi. Önceden askeri eylem konusunda azbuçuk tecrübem olduğu için kararları vermek genellikle bana kalıyordu.   

 

Aslına bakılırsa, bir örgütte liderin kim olduğu sanıldığından daha az önemlidir. Her örgütte, üst düzeyde örgütün gücüne göre değişen 10-25 kişilik bir kadro vardır. Örgütü örgüt yapan bu kadronun düzeyidir. Bu kadro daha alt kademelerle ilgilenir, onları yetiştirir; örgüt liderini denetler ve hareketlerini sınırlandırır. Mesela benim TKEP’te yaşadığım da buydu. Partinin gücü bu kadronun gücünden geliyordu. Bu kadro –ki merkez komitesi ve bölge sorumlularının toplamı da denilebilir- kaç kere Genel Sekreter Teslim Töre’nin bazı görüşlerini reddetmiş, o da savunduklarını geri çekmişti.   

 

Hangi alana gidersem gideyim, bu kadronun içine girerim. Ben girmek istemesem, bu sefer ite kaka oraya sokarlar. İnsanlar örgütlerinin çıkarını düşünüyorlar, benim de o düzeyde sorumluluk almamın örgüte yararlı olacağına inanıyorlar ve orada bulunmamı istiyorlar.  Bu grubun içinde ikinci mi olurum, beşinci mi olurum, onuncu mu olurum, hiç dert değildir.   

 

Bu nedenle solun değişik kesimlerindeki liderlik kavgalarını gülerek izlerim ve çapsız insanların lider olmak uğruna kendilerini nasıl rezil ettiklerine bakıp gülerim.   

 

Yalçın Küçük’ün zamanın TİP yöneticileri için yerinde bir sözü vardır: “Bunlar büyük bir handa çay ocağı bile yönetemezler.”  Büyük bir handa çay ocağı yönetmek hayli beceri ister. Kaç bardak olacak, kaç demlik kaynayacak, kaç garson servis yapacak, çay dolu bardakların boş olarak dönüş süresi ne kadardır, para nasıl toplanacak? Bunların hepsinin hesaplanması gerekir. Bunları hesaplamayı bilmeden işe girerseniz, sonucun ne olacağı bellidir.   Devrimci hareketin çok sayıda lideri de aynen bu çaptadır. Bırakın büyük bir handa çay servisini örgütlemeyi, bir bakkalı bile idare edemezler.  

 

Hayatımda bir kere bir numara olmak zorunda kaldım: 1977 yılında...   Yüksel ve Rıza ile birlikte 1976 sonunda politik çıkış yapmak kararı aldık ve bir ay sonra birisi öldü öteki yakalandı. Bu durumda, “ben bir numara olmak istemiyorum” diyemezsiniz. Olacaksınız ve yürüyeceksiniz. İstediğim bir işlev değildi ama hayat hep istenilene göre gerçekleşmiyor.   

 

İşe bakın ki, 1982’de ayrılıncaya kadar örgütün  en tanınmış kişisi olmak konumum da sürecekti.   Devrimcilere güvenirim. Eksikleri yanlışları çoktur ama sonunda hep devreye giren sağduyuları da vardır. Belirli özelliklere sahipseniz, o özelliklere uygun yere gelmenizi sağlarlar. Bugüne kadar değişik devrimci örgütlerdeki insanlardan genellikle dayanışma gördüm.  O kadar ki, bir keresinde iki örgüte yazılı olarak teşekkür etmiştim.   

 

İnsanların ünvanlarının değil de bulundukları alandaki güçlerinin belirleyici olduğuna inanırım. Bunu bana pratik de göstermişti: 1984’te TKEP içindeki TKP ayrılığı sırasında, Merkez Komitesi’nin yarısı sekreteri olduğum Almanya komitesini görevden almaya can atıyor, ama bize karşı seçenek bulamıyordu. “Hemşerimdir, akrabamdır” diye insanlara sorumluluk veremezlerdi, anlayış olarak o kadar da düşmemişlerdi. Verecek olsalar da o insanlar karşımızda tutunamazdı. MK’nın yarısı bir bölge komitesiyle baş edemiyordu. Tabii MK’nın öteki yarısı da bizim arkamızdaydı. Sonuçta belirleyici olan ise Almanya’daki performanstı.

Düzey ve yetkinlik her yerde yolunu açıyor. Kalite her yerde yolunu açar.   

 

Son olarak önemli bir not: Belirli bir kaliteye sahip olan insanlar, başkalarındaki kaliteyi de görürler ve kabul ederler. Bu konuda sıkıntıları da olmaz. Burada sıkıntı, herhangi bir kalitesi bulunmayan ama öyleymiş gibi görünmeye çalışanlara aittir.