Nefret etmek ve edilmek... Yazdır
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Salı, 08 Haziran 2021 20:51


Bazı insanlardan, anlayışlardan, hayat tarzlarından nefret etmeniz iyidir. İnsan nefret etmesini bilmelidir. Güçlü bir reddetme duygunuz yoksa er veya geç hayat çizginizi radikal olarak değiştirmeniz kaçınılmazdır.

Belirli insanların sizden nefret etmesi de iyi bir şeydir. Herkes sizi seviyorsa, sizden bir şey olmaz demektir. İnsanın açık bir duruşu olmalıdır. Bu duruş kiminin hoşuna gider, kiminin gitmez ve hatta sizden nefret eder. Bu nefret iyi bir şeydir.

Yıllardan beri oldukça garip ifadeler okurum. Mesela reel sosyalizmin yıkılmasında kapitalist ülkelerin değişik müdahalelerinin görünen ve görünmeyen etkileri vardır gibi..

Başka ne bekliyordunuz? Kapitalist ülkelerin sosyalist ülkelere yardım etmesini mi?

Doğaldır ki sosyalist ülkelerin ve genel olarak sosyalistlerin başarısız olmaları için ellerinden geleni yapacaklardır. Her çeşit engeli çıkaracaklardır.

600 yıl kadar önce Leonardo da Vinci, “sorun sürece dahildir” diye önemli bir belirleme yapmıştı. Karşınıza çıkarılan sorunlar, dışarıdan ve bazen da içerden yapılan engellemeleri sürecin gerekleri olarak görmek gerekir. Başarısız olursanız da hangi engellerin çıkarıldığını sıralayıp gerekçe aramayın; tersine engelleri aşmakta başarılı olamadığınızı belirtin. Doğrusu budur. Engeller doğaldır ki çıkarılacaktır ve siz de bunları aşmaya çalışıp başarılı olacaksınız.

Yakın başka bir örnek verilirse; HDP’yi kapatma davası yeniden açılıyor ve tarih de 7 Haziran. Çok kişi bunun intikam almak olduğunu, kasıtlı olarak bu tarihin seçildiğini söylüyor. Taksim’deki caminin açılışının Gezi’nin yıldönümüne getirilmesi gibi…

Yapılan normaldir. Rakiplerinizin sizi sevmesini, iyiliğinizi düşünmelerini herhalde beklemiyorsunuz. Doğaldır ki sizden nefret edecekler, göstererek intikam almaya çalışacaklardır.

Normal olan da bu değil midir?

Kişi olarak alırsak; benden nefret eden insan sayısı az değildir ve bunu normal bulduğum gibi bazen hoşuma bile gidiyor. Bir örnek vermek gerekirse; artık bulunmayan bir örgütün adına musallat olan Antakya-Lazkiye mafyasını ezince doğaldır ki nefret edeceklerdir.

Ne kadar güzel! Benim için olabilecek en kötü şeyleri düşünsünler, yazsınlar…

Bana olan nefretin yoğunluğundan hareketle indirilmesinde önemli rol oynadığım darbenin şiddetini ölçebiliyorum.

Burada aklıma Cengiz Han’ın oğullarından Hülagü gelir.

Hülagü ordusuyla zamanın büyük kentlerinden Bağdat’ı kuşatır. “Allah beni sizin başınıza bela diye gönderdi” diyerek kuşatmayı sürdürür. Kenttekilerin kurtulma şansı yoktur, dayanacak güçleri de kalmamıştır.

Kan dökülmemesi şartıyla teslim olabileceklerini söylerler. Hülagü de kan dökmemeye söz verir, kent teslim olur.

Hülagü derin hendekler kazdırır ve binlerce kişiyi diri olarak buraya atıp üzerlerini toprakla kapatır. Kan dökmeden katliamını yapmıştır.

Araplar islamiyeti kılıçla yaymadılar mı? Hülagü de fırsatını bulunca aynı yönde cevabını vermiş. Büyük nefret için belki başka nedenleri de vardır.

Kimileri tarihte böyle yapanları kan dökücü olarak görebilir. Görsün efendim, mahzuru bulunmuyor.

Bir şey yapan, bunun yanına bırakılmayacağını bilecek ve yaparken iyi düşünecek…

Zaman alabilir ama yanına bırakılmayacağını bilecektir.

Bu ilke sol içi şiddet konusunda da geçerlidir.

İlgili yazının genişletilmiş halini hazırlıyorum ve epeyce tutuyor.

Geçmişte örneklerini birkaç kere yaşadım. Misilleme yapılabileceğini görenler, duruyorlar. Sol içi şiddet kötüdür, yapılmamalıdır diye istediğiniz kadar konuşup yazın; etkisi bir dereceye kadardır. Misilleme tehdidi de bunun üzerine geldiğinde şiddeti durdurmanın imkanları artar.

Misilleme çeşitli yönlerden olabilir. Teşhir ve tecrit de bu kapsama girer, başka türlüsü de olabilir. Önemli olan sol içindeki tehdit ve giderek şiddetin cevapsız kalmayacağının bilinmesidir.

Önce sözlü veya fiili saldırıya uğrayan kişi gerilemeyecek, ek olarak ona sahip çıkılacak… Düşüncelerini onaylamayabilirsiniz, sorun da bu değildir.

“Böyle yapamazsınız”, bunun anlaşılmasıdır…

Birkaç gün önce yayınlanan “sol içi şiddet sürerken” başlıklı yazıda 1980 yılında Sağmalcılar Hapishanesi’nde sol içi şiddetin nasıl engellendiğini anlatmıştım.

Çok olmanıza mı güveniyorsunuz; bir daha yapın, herkes birleşip gereken cevabı verecektir, denilmişti.

Sol içi şiddet bütün sosyalistleri bağlar, hele de hapishanede…

İstediğin kadar anlat, anlamıyor ya da anlamak istemiyorsa, “sonuçları bunlar olur, sen bilirsin” demekten başka çare kalmamıştı.

Ve sözlü sataşmaların yanı sıra fiziki müdahaleler de durmuştu.

 

Hoş bir durum değil, ama ne yaparsınız!