Cevabın şartları olmasa da soru sorulabilir Yazdır
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Pazar, 11 Nisan 2021 15:21


"…insanlık kendi önüne, ancak çözüme bağlayabileceği sorunları koyar; çünkü yakından bakıldığında her zaman görülecektir ki, sorunun kendisi ancak onu çözüme bağlayacak olan maddi koşulların mevcut olduğu ya da oluşmakta olduğu yerde ortaya çıkar." (Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı)

Marx’ın bu belirlemesi toplumların incelenmesi açısından doğrudur ama bu belirleme insanlık için ya da insanlığın ilgi alanları için yapılamaz ya da genelleştirilemez. Bu durumda yanlıştır.

Kapitalizm nasıl işler? İnsanlığın hangi sorunlarını çözer, hangi yeni sorunları ortaya çıkarır ya da bilinen sorunlar kapitalizm altında nasıl yeniden şekillenir, kapitalizm nasıl aşılabilir?

Bu soruların cevapları ancak kapitalizm koşullarında ortaya çıkabilir. Bazı cevaplar için kapitalizmin şekillenmesi yeterli olabilirken, bazıları için kapitalizmin gelişmiş olması gereklidir.

Dolayısıyla soru, ilgili cevabın verilebilmesinin şartlarının ortaya çıkması durumunda sorulabilmektedir.

Marx’ın belirlemesinde yer alan “sorunu çözüme bağlayabilecek maddi şartların mevcut olması“ ile sorunun çözülebilmesi ayrı şeylerdir. Devrimin imkanlarının mevcut olmasıyla, devrimin olmasının birbirinden farklı olması gibi.

Marx’ın bu belirlemesinin tarih boyunca insanlığın ilgi alanlarına genelleştirilmesi ise yanlıştır. İnsanlık tarihi boyunca çözüm şartları mevcut olmayan sorular sormuş ve bunlara cevaplar aramıştır.

Milaltan önceki yılları, Platon ve Aristoteles dönemini ve hatta onlardan da önce gelen filozofları incelediğinizde, o yıllarda çözümünün yaklaşık olarak bile mümkün olmadığı sorular sorduklarını görebilirsiniz.

Mesela “ölümden sonra hayat var mıdır?“ sorusu… Buna çeşitli cevaplar verilmiştir, bu durum yıllarca sürmüştür ama kesin bir sonuca ulaşılabildiği söylenemez. Sorun belirli oranda açıklığa kavuşmasına karşın –maddesiz ruhun olamayacağının anlaşılması gibi- Tanrı’nın varlığı ya da yokluğuyla bağlantılı bu soru halen tam olarak cevaplandırılabilmiş sayılmaz.

Bu durum insanlığın o döneminin en gelişmiş beyinlerinin çözümünün şartları bulunmayan soruları sormasını ve cevaplar aramasını engellememiştir.

Benzer sorular evren için de sorulmuştur.

Evrenin yapısı, değişip değişmediği, değişiyorsa bunun nasıl olduğu gibi sorular ilkel teleskopların bile bulunmadığı insanlığın çok eski dönemlerinden beri zihinleri meşgul etmiştir. Fizik ve astronomideki her yeni gelişmeyle birlikte soru yeniden sorulmuş ve eskisinden farklı cevaplar verilmiştir.

Bugün bu sorulara eskisinden çok daha kesin cevaplar verilebiliyor ama bu imkanın bulunmadığı yıllarda da aynı sorular sorulmuş ve cevapları aranmıştır.

Gelelim bugüne ya da diyelim son otuz yıla…

İçinde bulunduğumuz evren tek midir yoksa başka evrenler de var mıdır?

Matematik olarak bu mümkündür ama varlığı gösterilemediği için çoklu evren varsayım olarak kalmaktadır. Gözlem aletlerinin bugünkü yetkinliği ve evrenbilimin gelişme düzeyi bu soruya açık cevap verilmesi için yeterli değildir ama soru yine de sorulmaktadır.

Matematik olarak mümkün olan bir olgunun deneysel olarak da gözlenmesi ya da kanıtlanması uzun zaman alabilir.

Mesela çekim dalgaları Genel Görelilik Kuramı’na göre mevcuttur ancak Einstein bile zamanında “bunun ölçülebileceğine inanmadığını“ söyleyecekti.

Ölçülebildi ya da varlıkları kanıtlandı ama kuramsal olarak ortaya konulmalarından yaklaşık 100 yıl sonra…

Yüz yıl önce insanlık “çekim dalgaları“ konusunda deneysel olarak konuşabilecek durumda değildi, bunun şartları yoktu. Bu durum sorunun sorulmasını ve matematik olarak mümkün olduğunun gösterilmesini engellemedi.

Bu belirleme çekim dalgalarının varlığı deneysel olarak tanıtlanıncaya kadar varsayım olarak kaldı.

İnsanlık tarihi boyunca her şeyi sormuş ve cevap aramıştır. Cevabın şartları olgunlaşmış mıdır, diye düşünmemiştir. Verilen cevaplar zaman içinde değişmiştir doğal olarak…

İnsan aklı var olandan hareket ederek genelleme yapar. Çıplak gözle görebildiği evrenin özelliklerinden hareket ederek evrenin geneli hakkında teoriler kurar. Gözlem aletleri, astronomi ve matematik geliştikçe bu genelleme de değişir ama her durumda yapılır.

İyi bir cevabın şartlarının bulunmaması, soru sorulmasını engellemez.

Marx’ın belirlemesi toplumsal konularda da yeterli değildir. Öyle zamanlar vardır ki, cevap vardır ama uygun soru yoktur. Soru, cevapla soru arasında sürekli gidip gelmeyle formüle edilebilir.

Faşizm konusunda bunu görebilmek mümkündür. 1920 ve 1930’lu yılların marksistleri yeni bir olgu olan faşizmi anlamakta ciddi olarak zorlandılar. İtalya’da faşizm (kendileri bu ismi kullanıyordu) 1922’de iktidara gelmişti ama marksistler Almanya’da Nazilerin iktidar yürüyüşüyle Mussolini’nin önderi olduğu hareket arasındaki paralelliği yıllarca göremediler ve “bu nedir?“ diye sorup durdular. Cevap vardı, iki ayrı çeşidi İtalya ve giderek Almanya’da da görülüyordu ama uygun soru sorulamıyordu.

O kadar ki, SBKP’den sonra üye sayısı en fazla olan Almanya Komünist Partisi, Nazileri anti kapitalizmleri Yahudi burjuvazisiyle sınırlı, sonuçta sosyalizme yakın bir güç olarak bile değerlendirebiliyordu.

Tarihin gelişme yasalarını bildiğini iddia edenler için kötü bir performans…

Yeniyi anlamakta ciddi olarak zorlanıyorlardı.

Cevaba uygun soru bulundu, faşizm tanımı yapılabildi (bu tanım o döneme özgüdür) ama biraz geç olmuştu!

Mussolini’nin iktidara gelmesinden sonra 13, Nazilerin gelmesinden sonra iki yıl geçmişti.

Önemli bir sosyal gelişmeyi önceden göremeyen iddialı bir teori de olabiliyormuş demek ki…