Ekim devriminin az bilinenleri Yazdır
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Salı, 06 Nisan 2021 22:02


Daha önce yaptığım bir saptamayı tekrarlayacağım: çok sayıda sosyalist iyi bildiğini sandığı Ekim devrimini gerçekte bilmiyor. Bunun iki nedeni olduğu söylenebilir.

Birincisi; devrim sonrasındaki tarihe, özellikle 1917-1921 dönemine, Ekim öncesi kadar önem verilmemesidir. Devrim olmuştur, öyle görülür ama devrimin ilk üç yılında kaybedilebilecek durumda bulunduğuna dikkat edilmez.

İkincisi ise; Ekim devriminin sadece Lenin, Stalin ve biraz da Troçki’den öğrenilmesidir. Bu devrimle ilgili sayılamayacak kadar çok kitap ve makalede yapılan belirlemelerden pek az kişinin haberi vardır.

Ekim devrimiyle ilgili olarak yazılmış kitap ve makalelerde bu devrimin darbe olarak nitelendirildiği görülür. Gerekçe ise, az sayıda kişiyle, şiddetli çatışma yaşanmadan gerçekleştirilmiş olmasıdır.

Devrimi yapan Bolşevikler hem çoğunluktu ve hem de küçük bir azınlıktı.

Petograd ve Moskova Sovyetlerinde (bu Sovyetler işçi temsilcileri ve asker elbisesi içindeki köylü temsilcilerinden oluşuyordu, silahlıydılar ve ülkede aylardan beri süren ikili iktidarın bir tarafını temsil ediyorlardı) çoğunluktaydılar. Dünyanın altıda birini kaplayan geniş ülkede ise küçük bir azınlıktılar.

Yıllar önce –kaynağını hatırlamıyorum- Lenin ile devrim sonrasında yapılan bir söyleşide okumuştum. Lenin’e Ekim devriminin bir azınlık devrimi olup olmadığı soruluyor. Lenin yaklaşık şu cevabı veriyor: çoğunluk olmak yere ve zamana göre değişen bir kavramdır. Bazı durumlarda bir yerde çoğunluk olmak diğer taraflardaki gidişatı da belirler.

Ekim 1917’deki Rusya koşullarında iki kentteki Sovyet adlı iktidar organında çoğunluk olmak, ülkede bir dönem için çoğunluk olmak için yetiyordu.

Ekim devrimine kadar devrim için çoğunluğu kazanmanın gerekli olduğu düşünülürdü. Ekim devriminde bu ilişki tersine çevrilir: iktidarı almak için çoğunluk gerekli değildir; önce iktidar alınıp daha sonra çoğunluk kazanılabilir.

Ekim devriminden sonra Bolşeviklerin karşılaştığı büyük tehlike iç savaştan ibaret değildir. Bu iç savaş, özellikle İngiltere tarafından desteklenerek geniş ülkenin belirli bölgelerinde yürür ama devrimin bütün ülkeye yayılma gibi başka önemli bir sorunu daha vardır. Bu büyük sorun genellikle dikkate alınmaz.

Önceki bir yazıda da belirttiğim gibi, Ekim devrimini iki büyük kentteki kısa süren ayaklanmaya bağlamak eksik anlayışı gösterir. Bu devrim birkaç gün sürmemiş, üç yıl sürmüştür. Bu üç yılda da savaş alanı Petograd ve Moskova değil, geniş kırsal alan olmuştur. Bolşevikler bu alanda köylülüğe dayanmadan başarılı olamazlardı.

Bu nedenle Ekim devriminin kısa süren ilk aşamasında işçiler ve asker elbisesi içindeki köylüler temel güç iken, uzun süren ikinci aşamada işçilerin varlığı geri plandadır, asıl güç köylülüktür.

Normal olarak bir ülkede tek devrimin olabileceği, iki devrimin aynı anda gerçekleşebileceği düşünülmezdi. Rusya’da bu düşünülmeyen olmuştur. Bakü’yü de katarsanız üç kentte sosyalist devrim, büyük ülkenin geri kalanında ise demokratik devrim. Lenin bunu Sol Yayınları’nda İşçi ve Köylü İttifakı adıyla yayınlanan kitaptaki bir makalesinde belirtir. İlgili alıntı 1974 yılında yazdığım Rus Devriminden Çıkan Dersler kitabında bulunabilir. Bu kitap 40 Yıl Sonra TDAS adlı toplu yazıların içindedir. ( www.tdas1.blogspot.com )

Lenin’in bazı görüşleri devrim öncesi ve sonrasının özellikleri dikkate almadan öğrenildiğinde şaşırtıcıdır.

Devrim öncesinde Lenin her konuda açık tartışmadan yanadır. E.H. Carr’ın Bolşevik Devrimi adlı üç ciltlik kitabının ilk cildinde ise Lenin’in devrim sonrasında farklı görüşte olduğu gösterilir. Lenin her konuda uzunca tartışmayı gevezelik olarak nitelendirirken, uygulamaya geçmek için bazı durumlarda tek kişinin karar vermesinin yeterli olacağını savunur.

Devrim öncesinde durum sakin ise istediğiniz kadar tartışabilirsiniz. Bu durumda bile uzun süren tartışmanın “kabak tadı vermesi” az rastlanan durum değildir.

Devrim sonrasında ise derhal karar alınıp yapılması gereken işler vardır. Burada saatlerce tartışma yapılamaz; kısaca konuşulur, gerektiğinde tek kişi karar verir ve uygulanır.

Bir yanda iç savaş, diğer yanda devrimin ülkeye yayılması sorunları bulunurken herkesin fikrini sorup saatlerce hatta günlerce tartışamazsınız. Hemen harekete geçilmesi gerekmektedir. Burada tartışmayı savunmakla gevezelik yapmak arasında fazla fark yoktur.

Devrim öncesinde partide fraksiyonlar olmasını normal karşılayan Lenin, devrim sonrasında bunun yasaklanmasını isteyecektir.

Devrim öncesinde parti içindeki muhaliflerine karşı yumuşak olan Bolşevikler, aynı tutumu devrim sonrasında sürdürmeyecektir.

Aradaki farkı “Bolşeviklerin değişmesi” olarak görmemek gerekir. İkinci durumda devlet gücüne sahip olmanın yanı sıra hemen yapılması gereken işler vardır.

Devrim sonrasında şiddet sadece karşı-devrimcilere değil, bir oranda düne kadar birlikte mücadele yürütülmüş, en azından açık rakip olmamış insanlara da yönelir. Anlaşmazlıklar gerçekte yeni değildir ama ertelenmiştir, iktidarın uzak göründüğü günlerde bu anlaşmazlıklar üzerinde konuşmak gerekli görülmemiştir.

“Devrimin evlatlarını yemesi” olarak da adlandırılan, bütün devrimlerde görülen bu olay, Ekim devrimi sonrasında özellikle yoğundur. Avrupa devrimi (dünya devrimi anlamında) anlayışıyla büyümüş sosyalist bir kuşağın, geri bir ülkede tek başına kalmış bir devrim karşısında fena halde bocalamasını normal karşılamak gerekir. Anlayışını değiştirebilenlerle yola devam edilmiş, değiştirmeyenler tasfiye edilmiştir.

Sonraki devrimlerde de devrim sonrasında yolların ayrılması gerçekleşmiştir ama Ekim devrimi sonrasındaki kadar değildir. Artık herkes dünya devrimi olmayacağını bilmektedir, bunu bilerek yıllarca mücadele yürütmüştür.

Gökhan Harmandalıoğlu’nun Köln’deki cenaze töreninden sonra Enver Toksoy ile konuşuyorduk. Gökhan’a karşı açılmış yıpratma kampanyasını “ devrimin evlatlarını yemesi” olarak nitelendirince, ben de, “daha devrim olmadı ki,” demiştim.

Okurdan www.enginerkineryazilar.wordpress.com adresinde Devrimciler Arasında Şiddet ve Nebil Rahuma Olayı adlı uzun yazıyı okumasını isteyeceğim. Bu yazıda bizdeki devrimciler arasındaki şiddetin –iddia edildiği gibi- Stalincilikten değil, toplumdaki şiddetin sola yansımasından kaynaklandığı anlatılmaktadır. Türkiye bir şiddet toplumudur ve bunun içinden çıkan devrimci hareketin de bundan azade olması mümkün değildir.

Stalin ve öncesindeki Lenin iktidardaki şiddeti ve bunun artan oranda dünkü yol arkadaşlarına da uygulanmasını temsil ederken, 1974-1980 döneminde (sonrasında da azalarak sürdü) bizdeki devrimciler arasındaki şiddetin temelleri farklıydı.

İktidardaki sosyalistlerin şiddeti diğer sosyalistlere karşı da kullanmasıyla, iktidara gelmemiş sosyalistlerin şiddeti birbirine karşı uygulaması birbirinden oldukça farklıdır.

Ekim devrimi sosyalistler tarafından en fazla öğrenilen devrimdir denilebilir ama yazıda da açıklamaya çalıştığım gibi bu devrimle ilgili olarak öğrenilecek daha çok konu vardır.