Ömür boyu öğrenmek Yazdır
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Çarşamba, 12 Ağustos 2020 19:47


Eskiden, eskiden dediğim 1970’li yılların sonuna kadar, üniversitede iyi bir bölümü bitirmişseniz hayatınızın sonuna kadar fazla bir şey öğrenmeniz gerekmezdi. En fazla girdiğiniz işle ilgili bazı konuları öğrenirdiniz. Bu özellikteki insanlar genellikle emekli oluncaya kadar aynı işte çalışırdı. İşçiler için de durum büyük oranda böyleydi, iş biyografileri parçalanmamıştı, tekti.

1990’lardan itibaren durum değişmeye başladı. Artık hangi okulu bitirmiş olursanız olun hayatınız boyunca sürekli öğrenmeniz gerekiyordu. Bunun nedeni üretici güçlerin gelişmesindeki hızlanmadır. Eskiden birkaç nesil süren bilimsel devrimler artık 30-40 yıl içinde birbirini izliyor.

Üçüncü sanayi devriminde üretimde bilgisayarlaşmaya geçildi. Bu süreç 1970’li yıllarda başlamakla birlikte asıl etkisini 1980’li yıllarda gösterdi. 2010’lu yıllarda ise artık dördüncü devrimden, yapay zekadan söz ediliyor. Aslında sanayi devrimi demek doğru sayılmaz çünkü teknolojideki ilerleme sadece sanayi değil hizmet sektörünü de derinden etkiliyor. Bazı işler kayboluyor, yerine yenileri geliyor ve çalışanlar sürekli olarak öğrenmek zorunda kalıyorlar.

Nereyi bitirmiş olursanız olun, hangi işi yaparsanız yapın sürekli olarak öğrenmek zorundasınız.

Eskiden yenilikleri izlemek belirli insanlara özgüydü, şimdi işini kaybetmek ya da geriye düşmek istemeyen herkes için geçerlidir. Hayatınız boyunca öğreneceksiniz.

Bu konuda sosyalistlerin geriden geldiğini belirtmek gerek. Yıllar öncesini tekrarlayıp duruyorlar ya da bugünü yıllar öncesinin paradigmalarıyla değerlendirmeye çalışıyorlar. Her çeşit yeniliği sapma olarak görüyorlar ve sonuçta hayatın gerisine, giderek iyice gerisine düşüyorlar.

Yeniyi öğrenmiyorlar çünkü bildiklerini sanıyorlar. Bildiklerinin her şey için yeterli olduğunu sanıyorlar. Büyük çaba harcayıp hiç sonuç alamayınca da neden böyle olduğunu anlamıyorlar. Kendilerine göre gerekçeler buluyorlar.

Tipik örnek, önceden de sözünü etmiştim, Gezi’dir.

Yeni sosyal hareketleri (başlangıç yılları 1968’dir) ve tarihsel gelişimlerini bilmezseniz, isterseniz her gün Taksim Meydanı’na gitmiş olun, Gezi’yi anlayamazsınız. Bir olayın içinde olmak, gerekli teorik arka plan yoksa o olayı anlamayı gerektirmiyor. Olayların ayrıntılarını bilirsiniz ama özü anlayamazsınız.

Gezi, dünyadaki benzerleri gibi farklı bileşenlerin tek ya da az sayıda taleple bir araya geldiği bir eylemdi. Bu tür eylemler zaman içinde ayrışır ve dağılır. Bu dağılmayı örgütsüzlüğe bağlamak, ne olduğunu anlamamaktır. Bu eyleme katılan her kesimin kendi örgütlülüğü şu veya bu oranda vardır ama bileşik örgütlülük yoktur ve olması da çok zordur. Bu tür eylemler kısa sürede kitleselleşir, önemli etki yaratır ve dağılırlar. Bu kitlenin bütün olarak biraradalığını sağlamak mümkün değildir. İstediğiniz kadar forumlar kurun, “Gezi ruhunu çağırma seansları” düzenleyin, sonuç alamazsınız. Sonuçta bunu yapanlar da bırakmak zorunda kalırlar.

Neden böyle oldu diye düşünmezler de… Kendilerine göre açıklama bulurlar ve bir sonraki Gezi’yi beklerler…

Gezi’yi “işçi sınıfı eylemi” sayanları bile okuduk. Aralarında ilerici profesörler de bulunuyordu. Mutlaka bilgi insanlardır ama okulda öğrendikleriyle kalmışlar.

Bilimsel devrimlerin azalan aralıklarla birbirini izlemesi sosyalistler için temel bir soruyu gündeme getirmelidir ama ne gezer?

Sosyalizmin, hangi çeşidi olursa olsun, üretici güçlerin geliştirilmesinde kapitalizmle yarışamayacağı açık olarak görüldü ve halen de görülüyor. Kapitalizm bünyesindeki sert rekabet nedeniyle üretici güçleri sürekli daha hızlı geliştirmek zorundadır. Güçlü bir kapitalizmle birlikte yaşamak zorunda olan sosyalizmin bu konuda kapitalizmle yarışa girmesi ve kazanması mümkün değildir. 1917-1991 döneminde SSCB örneğinde bunu gördük. Doğu Avrupa’da da, Arnavutluk’ta da ve son örnek olarak Çin’de de görüyoruz. Güçlü bir kapitalizmle birlikte yaşama koşullarında –bundan sonra da böyle olacaktır- marksist sosyalizmin varacağı yer kapitalizmdir.

Devrimci programın temelini farklı bir uygarlık anlayışı oluşturmalıdır. Eşit bölüşümün ilerisinde farklı bir uygarlık anlayışı…

Marx ve Lenin döneminde üretici güçlerin geliştirilmesine büyük önem vermek doğruydu çünkü kapitalizm fazla değil az gelişmişti. Dünya çapında varolanı eşit dağıtabilseniz bile insanların asgari ihtiyaçlarını karşılayamazdınız.

Yaklaşık 20 yıldan beri ise üretici güçlerin dünya çapında ulaşmış olduğu gelişme düzeyi insanların geniş asgari ihtiyaçlarını karşılayabilecek düzeydedir. (Geniş asgari ihtiyaç, zorunlu ihtiyaçlara asgari sağlık, eğitim ve gelecek güvencesinin eklenmesiyle ortaya çıkar.) Dünya çapında dağılım çok eşitsizdir, burası açıktır ama eşitlik sağlayabildiğinizde herkese yetecek kadar üretim vardır. Üretici güçlerin gelişme düzeyi bu seviyeye ulaşmıştır. Eskiden böyle değildi.

Şimdi üretimi artırmak değil kısıtlamak sorunuyla karşı karşıyasınız. Kapitalizm yüksek miktarda gereksiz üretim yapıyor, insanı artan oranda tüketici makine haline getiriyor.

Devrim yetmez, aynı anlayıştan çıkılması gerekir. Aksi durumda varacağınız yer yeniden kapitalizmdir çünkü o uygarlık anlayışının dışına çıkmamışsınızdır.

Almanya’da 1980’li yıllarda 35 saatlik çalışma haftası için grevler vardı. Bir Türk işçisi haftada beş saat daha az çalıştığında ne yapar? Kahvede beş saat daha fazla okey oynar!

Bunun gibi bir şey işte… Sonuçta daha az çalışıyorsunuz ama eskiyi sürdürüyorsunuz.

Bu bağlamda, insanlar için çalışma zorunluluğu giderek azalıyor, komünizmin şartları oluşuyor demek, gerçekte boş konuşmaktır. Farklı bir uygarlık anlayışı yoksa hiç çalışmasanız bile ne olacak? Bütün gün okey oynarsınız!

Geleceğe Dönüş kitabının devamının yazılması gerekiyor. Bu bana sürekli hatırlatılıyor, aslında bilgi olarak pek eksiğim de bulunmuyor çünkü değişik ülkelerde bu konudaki teorileri ve uygulamaları yapabildiğim kadarıyla izlemeye çalıştım. Eksikler mutlaka vardır ama esas olarak izlediğimi sanıyorum. Bunların toparlanması ve sistematik hale getirilmeleri gerekiyor.

Bizde adet olduğu üzere bilgiyi yığmakla bu iş yapılmaz. Bilgi sistematik olmalı, bilgiden bilgi üretilmeli ve belirli sonuçlara ulaşılmalıdır.

Bakalım artık…

Her durumda ne yaparsanız yapın sürekli öğrenmeden –eskinin moda deyimiyle- çağdışı kalıyorsunuz. Daha kötüsü bunun farkında da olmuyorsunuz.