24 Nisan ve devrimcilik ciddiyet de ister Yazdır
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Cumartesi, 02 Mayıs 2020 18:40


 

 

Taner Akçam’ın 2 Mayıs 2020 tarihli Gazete Duvar’da “24 Nisan, Hrant Dink ve fabrika ayarları” başlıklı bir yazısı yayınlandı. Taner’in yazısının başlığından da anlaşılacağı gibi, Türkiye’nin Ermeni Soykırımı konusunda fabrika ayarlarına geri döndüğü iddiasındadır. Gerekçe olarak, 23 Nisan ve 1 Mayıs ile ilgili heyecan duyulurken, bu tarihler hakkında çeşitli yazılar yazılırken, 24 Nisan konusunda sessiz kalındığını gösteriyor.

Bence konunun farklı ele alınması gerekirdi.

23 Nisan üzerinde durmayacağım… Ermeni soykırımı konusunda yazmış değişik kişilerden bazılarının 23 Nisan’ı heyecanla anması bu ülkede çok sayıda sosyaliste yabancıdır. “Kemalist devrimciler” ile sosyalistlerin yolları ayrılalı çok oldu; bu nedenle 23 Nisan üzerinde durmayacağım.

1 Mayıs konusuna gelince; bu yıl yanlış olan, Ermeni soykırımıyla ilgili görece az yazı yazılması değil, 1 Mayıs hakkında yıllardan beri bilinenlerin tekrarlanmasıydı.

Hangi konu olursa olsun yıllardan beri bilinenleri yeni bir şey katmadan tekrarlamak konuyu anmak değil, yıpratmaktır, insanlara bıkkınlık vermektir.

1 Mayıs nasıl başladı sorusunun her yıl tekrarlanan cevabı bir kere daha yazılır, bir kere daha eski 1 Mayıs’lar konuşulur, bir kere daha 1977 1 Mayıs’ı gündeme getirilir ve bunların hepsi yıllardan beri bilinmektedir.

Farklı bir anı anlatırsınız, olabilir; konuyla ilgili farklı bir şey söylersiniz, bu da olabilir, ama sürekli olarak aynı şeyleri tekrarlamanın olmaması gerekir.

Benzer durum Ermeni soykırımı için geçerlidir. Aynı belirlemeleri yıllardan beri tekrarlamanın ne gereği vardır? Bunu yaparak konuyu hatırlamazsınız, yozlaştırırsınız ve gün gelir insanlar aynı şeyleri bir kere daha okumaz olurlar. Haksız da sayılmazlar…

Ermeni soykırımında Kürtlerin rolü Kürtler arasında tartışılıyor ve farklı görüşler savunuluyor olmasaydı, önceki yıllarda olduğu gibi bu yıl da konuyla ilgili olarak yazmazdım. Zamanında yazdım, tekrarlamanın gereği bulunmuyor. Farklı bir şey varsa onu yazarsınız, yoksa neden yazacaksınız?

Denilebilir ki, bu topraklardaki soykırımı ancak sürekli anarak yenilerini önleyebiliriz.

Bunun doğru olmadığını belirtmek gerekiyor. Hrant Dink 2007’de öldürüldü ve bundan sonra Gezi ve buna yönelik saldırı yaşandı, Sur’da ve diğer Kürt illerinde yaşananları da biliyorsunuz. Ermeni soykırımının açıkça konuşulması soykırım olmasa bile yoğun baskıları, sayıca az olmayan ölümleri, insanların canlı yakılmasını ortadan kaldırmadı.

Sivas’ta da insanlar canlı yakılmıştı; bu olay her yıl anılır ama bu anma yenilerinin farklı biçimde hayata geçmesini engellemez.

1 Mayıs’ta konuşulması gereken işçi sınıfının değişen yapısı, sendikaların dünya çapında zayıflaması, kapitalist üretim sürecindeki farklılaşma, sınıfın çoğalması ama dağılması ve bunun yarattığı örgütlenme sorunlarıdır.

Bunun yerine 1 Mayıs’ın tarihini tekrarlamak yasak savmak gibi bir şey olur.

Benzeri durum Ermeni soykırımı için de geçerlidir. Bu konuda uygulanabilir çözüm önerileriniz var mı? Uygulanabilir diye belirtiyorum çünkü talepleri alt alta sıralamak anlam taşımaz. Denilecektir ki, “Türkiye Ermeni soykırımını tanımalıdır”. Ama tanımıyor, tanıması konusunda hangi yollar zorlanabilir? Önemli olan bu gibi sorulara cevap aramak ve yapmaktır. Bir yolu denersiniz olmaz, başkasını denersiniz; denerken öğrenirsiniz ve belki başka bir yol daha bulursunuz.

Konuyu gündemde tutmak için çözmeye çalışmak gerekir. Ermeni soykırımını yeniden anlatmaya, bu konuda getirilen karşı “kanıtları” çürütmeye gerek yoktur; bunlar fazlasıyla yapılmıştır. Mesela Almanların bu soykırım konusunda kendi ülkelerinin rolünü anlatan araştırmaları yayınlanabilir. Büyük kitle katliamlarına kitle katılımıyla ilgili olarak Ermeni soykırımıyla ilgili kısa süre önce yazdığım yazıda değindiğim İngilizce kitap da çevrilebilir. Yazar Endonezya ve Pakistan örneğini de veriyor. Devletin karar alması ve ordunun –sivil birlikler dahil- katılması önemli olmakla birlikte yerel halkın katılımı özellikle önemlidir.

Ermeni soykırımında eskiden beri bilinenlere ek olarak zamanın Almanya’sının rolüyle, kitle katılımı üzerinde durulmalıdır. Bunlar hiç bilinmeyen konular değil ama yine de görece yenidirler.

Konuya yeni boyutlar getirmeden bilinenleri tekrarlamanın ise anlamı yoktur.

Yazısının sonunda Taner Akçam beni hayrete düşüren bir belirleme yapıyor. Diyor ki:

“Demokratik ve insan haklarına saygı duyan bir yarın için, sadece 24 Nisan’ı değil, yaşanmış tüm acıları parçası haline getirdiğiniz yeni bir kuruluş hikayesine ihtiyacınız vardır. Yeni bir kuruluş hikayesi yazamazsanız, yeni bir yarın da kuramazsınız.”

Doğru bir belirleme ama bunu söylemek Taner Akçam’a düşmez…

Bu ülkede yeni bir kuruluş hikayesini yazabilecek ve yeni bir yarını kurabilecek olanlar devrimcilerdir (sosyalist devrimci anlamında söylüyorum). Kemalistler, 23 Nisancılar bunu yapamaz…

Taner Akçam –kesin yılı hatırlamıyorum ama 6-7 yıl önce- Almanya’ya konferans vermek için geldiğinde “devrimci olmadığını” açık olarak ifade etmişti. Bunu Frankfurt’taki Halkevi‘nde söyledi, Hamburg’da da söylemiş ve belki başka yerlerde de söylemiştir.

Frankfurt’ta kızanlar oldu, ben de onlara “Ne kızıyorsunuz, adam hiç olmazsa açık konuşuyor” demiştim. Devrimcilik kişinin kendi isteğiyle olur, zorlamayla olmaz, bilinen bir gerçek. Ek olarak bir dönem devrimci olanlar daha sonra bırakabilir de, bu da sık rastlanan bir örnektir. Devrimci gibi görünen ve sayısı az da olmayan bir bölüm eski devrimcinin aslında devrimci olmadığını da biliyoruz.

Kimse Taner Akçam’ı devrimcilik dışına itmedi, kendisi beyan etti.

Bu durumda yeni bir kuruluş hikayesine ihtiyacımız varsa ve bu olmadan yarını kuramayacaksak –doğru bir belirleme- Taner Akçam bunun içinde olmayacaktır.

Saflar arasında oynanmaz, en azından ciddi olmaz, kişi neredeyse orada durmalıdır.

Devrimcilik kimseye kapalı değildir, bir dönem bırakan ve bunu ilan eden daha sonra fikrini değiştirebilir ama bunu yapanın –adı da bilinen birisi ise- insanlara herhalde bir açıklama borcu vardır; öyle değil mi?

Farklı bir tutum en azından ciddi olmaz.

Hrant Dink’in katledilmesinin Türkiye’deki anmasında her yıl bulunan bir arkadaşın değerlendirmesini aktarayım:

“Hrant Dink anmasında çok sayıda eski solcuyu görürüm ve bir bölümü de eski örgüt arkadaşlarımdır. Orada olduklarını kanıtlamak için fotoğraf çektirip yayınlarlar da… Aynı insanların büyük bölümünü Ankara’daki HDP kongresinde kapıda bile göremezsin. Neden dersen, çünkü ilkine saldırı ihtimali zayıftır, ikincisine ise hemen veya daha sonra saldırı ihtimali az değildir. HDP’ye üye olmayın, salona da girmeyin ama olabildiğince fazla insanın en azından orada bulunarak desteğini göstermesi önemlidir. Hrant’ın katledilmesi anmasına giden bir bölüm eski devrimci böyle yapmıyor.”

Hrant’ın anılması böylesine çok yönlü işlev de görüyormuş…

Yeni bir kuruluş hikayesi yazmaya çalışıyoruz, bu satırların yazarının yıllardan beri harcadığı çabayı okurlar biliyordur. Yeni bir kuruluş hikayesi teorik olarak bile tek kişinin becereceği iş değildir, olabildiğince çok kişiye ihtiyaç bulunuyor. Bu konuda başka arkadaşların da çabaları var ve bunlar sevindiricidir. Sayıca artarak bu çabayı sürdürmek gerekiyor.

Ermeni soykırımının tanınması başka soykırımlardan farklıdır, mesela ABD’de Kızılderili soykırımının tanınması gibi değildir. Bu soykırımın tanınmasıyla ülkenin bütün kuruluş tarihi değişir ve asıl zorlanılan konu da budur. Bu ülkenin kuruluş tarihi yeniden yazılır ve bu büyük değişim soykırımın tanınması boyutunu da aşar.

 

Bunun bilincinde olursak, konuyla ilgili olarak belki daha üretici oluruz.

Son Güncelleme: Cumartesi, 02 Mayıs 2020 22:31