Şuanda 10 konuk çevrimiçi
BugünBugün968
DünDün2214
Bu haftaBu hafta9703
Bu ayBu ay30705
ToplamToplam10192759
Marksist olmamanın 27 yıllık tarihi PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Perşembe, 25 Mart 2021 19:19


1994 yılında Almanya’da yayınlanan Sosyalizmin Sorunları adlı derginin ilk sayısındaki yazımda marksist olmadığımı nedenleriyle birlikte açıklamıştım. Naif bir yazıydı ya da konuya başlangıçtan ibaretti denilebilir. Aynı dergi daha sonra Belge Yayınları tarafından İstanbul’da da yayınlanacaktı.

Bu açıklama şaşkınlık ve tepkiyle karşılandı. Şaşkınlığın nedeni aktif bir insan olmamdı. O yıllarda marksist olmadığını açıklayıp devrimciliği bırakmak modaydı. Ben onlardan değildim, şaşkınlık yaşandı ama kısa sürdü.

Ardından bazı insanlar benim marksist olduğumu bana kanıtlamaya çalıştılar. İlginç bir durumdu doğrusu, bir süre sonra vazgeçtiler.

Onlara kısaca anlatmaya çalıştım ki marksist olmamakla, anti marksist olmak farklıdır. Marksizme karşı değilim. Tersine marksizmden öğrenilecek şeyler bulunduğunu da biliyorum ama marksizmin temel tezlerinden birisinin –işçi sınıfının sosyalizmin kurulmasında esas güç olduğu- doğru olmadığını savunuyorum.

1990’lı yılların ikinci yarısında Marksistlerle tartışmaya önem vermenin, bu insanları ikna etmeye çalışmanın yanlış olduğuna karar verdim. Asıl yapılması gereken, marksist olmayan sosyalizm anlayışının altının doldurulmasıydı.

Bunu yapmanın iki yolu bulunuyordu ve ikisi birlikte yürütülmeliydi.

İlk olarak, reel sosyalizmin tarihi ve çözülme nedenleri incelenmeliydi.

İkinci olarak, güncel her önemli gelişme yorumlanmalı ve anti kapitalist mücadelede işçi sınıfı dışındaki aktif güçlere dikkat çekilmeliydi.

Farklı bir teorik yaklaşım sadece iddia düzeyinde kalarak bir şey yapamaz. Tarihsel inceleme önemlidir ama etkisi sınırlıdır. Bunun önemli güncel gelişmelerin farklı teorik yaklaşıma uygun analiziyle bütünleştirilmesi gerekir.

Bunları yaparken aktif politik mücadeleyi de bırakmayacaksınız.

İlk olarak sosyalist ülkelerin çözülme mekanizmasını açıklayabildim. Bu ülkelerde sosyalizmden kapitalizme geçişte komünist partilerinden çıkan burjuvazinin rolünü gösterdim. 2000’li yılların başlarında “olur mu öyle saçma şey” diyenlerin sesi aşamalı olarak kesildi, giderek duyulmaz oldu.

Sosyalizm sonrasındaki kapitalist ülkelerde burjuvazi nereden geldi sorusuna farklı cevap bulmaya çalıştılar, bulamadılar. Bu ülkelerdeki burjuvazinin komünist partilerinin üst kademelerinden geldiği bugün genel olarak kabul görüyor.

Arkasından marksizmin önemli yapıtlarının değerlendirilmesine girdim.

İlk örnek, Doğanın Diyalektiği idi. Bu kitap önemli özellik taşımayan bir içeriğe sahipti. Doğa bilimleri alanında üniversite düzeyinde eğitim görmüş herkes de bunu anlayabilirdi.

Kitabın tarihini araştırdım. Kitap Engels’in ölümünden sonra yayınlanıyor. Yayını gerçekleştiren Bernstein, kitap basılmadan önce Einstein’ın fikrini soruyor. Einstein şöyle diyor: “Yazar tarihsel bir kişilik olmasaydı basılmasına gerek yok derdim çünkü kitapta fiziğin tarihi ve bugünkü sorunları hakkında önemli bir şey yoktur.”

Tabii ki Marksistler fiziği Einstein’dan daha iyi bildikleri için –az olmayan bir bölümü buna inanır- bu yorumu kabul etmeyeceklerdir, varsın etmesinler.  Kabul etmemeleri çaresiz kalmalarını ortadan kaldırmıyor.

Arkasından Ailenin Devletin Özel Mülkiyetin Kökeni geldi.

Engels ilk etnologlar arasında sayılır ama savunduğu görüşler çoktan aşılmıştır. Kitabında Morgan’ın ilkel toplumlarda yaptığı araştırmanın sonuçlarından yola çıkarak ailenin, devletin ve özel mülkiyetin kökeni üzerine tezler geliştirir.

Yaptığı marksizmdeki genellemeci anlayışa uygundur.

Marx’ın Paris Komünü gibi tek kentte, çok az insanla ve çok kısa süre gerçekleşmiş önemli bir olaydan yola çıkarak çıkardığı sonuçları insan toplumlarının geleceğine yönelik genelleştirmesi gibi, Engels de Morgan’ın az sayıda ilkel toplumu incelemesinden çıkardığı sonuçları insanlığın ilk çağ tarihi için genellemiştir.

Başka ilkel toplumlarda sonraki yıllarda yapılan araştırmalar Morgan’ın tezlerinin sınırlı geçerliliğe sahip olduğunu göstermiştir. Dolayısıyla Engels’in Ailenin Devletin ve Özel Mülkiyetin Kökeni’nde savunduğu tezler de sınırlı geçerliliğe sahiptir.

Bu saptamalara itiraz oldu mu bilmiyorum, duymadım. Belki de olmuştur ama bu itirazları itiraz olmanın ötesine taşımak hayli zor tabii.

Tutarlı bir gerekçeye dayanmadan itiraz yöneltenleri ciddiye almayacaksın.

Başka bir konudaki gibi: Ömür genel komite üyesi değildi belirlememe bazı kişiler itiraz etmiş. Edebilirler, üzerinde de durmam. Genel komite yoktu ki, Ömür de üyesi olsun. Hiçbir genel komite toplantısında Ömür’ü görmedim yani üye değildi. Üç kişiden birisi öldü, birisi yakalandı, kaldı bir kişi ya da komite kalmadı.

Ben oradaydım ya sen neredeydin?

İşçi sınıfı konusu üzerinde önemle durdum. Kent ve kır küçük üreticiliği işçilerin yanı sıra sosyalist mücadelenin ve sosyalist kuruluşun temel güçleri arasındadır.

Geleceğe Dönüş kitabında Ekim devriminde bile küçük üreticiliğin önemli rolünü ortaya koydum. Çin, Vietnam gibi ülkelerde zaten işçi sayısı çok azdı.

Bulgaristan’daki sosyalist partinin (komünist partisi) 1920’li yıllarda ülkenin ikinci güçlü partisi olduğunu rakamlarla açıkladım. Sanayisi çok zayıf olan bir küçük köylü ülkesi Bulgaristan’da bu durum ancak küçük üreticinin partiyi desteklemesiyle gerçekleşebilirdi.

Bunlar iyiydi ama yetmezdi.

Küreselleşmenin içinde bulunduğumuz üçüncü aşamasında, kapitalizmin neo liberal aşamasında emperyalist güçler arasında değişen ilişkilerin ve bundan çıkan sonuçların da belirtilmesi gerekirdi. Bu bizim emperyalizm tahlilini merkeze koyan teorik yapımıza da uygundu.

ABD-SSCB eksenindeki iki kutuplu dünyada bağımsız insiyatif kullanabilecek bölgesel güçlere az yer bulunduğunu, sonraki çok kutuplu dünyada ise bu güçlerin değişik merkezler arasında oynama imkanlarının arttığını açıkladım. Alt Emperyalizm ve Türkiye konusu böyle çıktı. 2000 yılında bu isimle yayınlanan kitap başlangıçta hiç ilgi görmedi ama sonra durum değişti. Türkiye alt emperyalizminin ikinci aşaması da Küresel iç savaş ve Türkiye kitabında anlatılacaktı (2019).

Bu kadar yayından, tartışmadan sonra marksist olmamak artık garipsenmemeye başlandı. İşçi sınıfının sosyalist devrimin biricik temel gücü olduğu konusunda soru işaretleri fazlalaştı. Bu konuda yazılanlar daha fazla izlenir oldu.

İşçi sınıfındaki değişimle ilgili çok yazı yazdım ve burada hepsini özet olarak bile tekrarlamam mümkün değildir. Bu yazılardan bir bölümünü www.enginerkineryazilar.wordpress.com sitesinde yayınladım. Orada İ harfine giderek bulabilirsiniz. Bunlar başlığı işçi sınıfını içeren yazılardır, bunların dışında özellikle çağdaş kapitalizm tahliliyle ilgili yazılara bakmanızı öneririm. Yazıyı tıklayıp en alta iniyorsunuz, yazı orada açılıyor.

27 yıl sonra hayli yavaş da olsa sonuçlar alınmaya başlandı.

Bu arada yıllar önce çok konuşulan bir saptama da duyulmaz olacaktı: marksizm geliştirilmelidir!

1991’de SSCB’nin dağılmasının ardından 30 yıl geçti. Bu iddiada olanların yapabilmesi gerekirdi ama daha reel sosyalizmin çözülmesi konusunda bile doğru dürüst analiz yapamıyorlar.

Biz güçlü bir kapitalizmle birlikte yaşamak zorunda iken ayakta kalabilecek bir sosyalizmin kurulması için mücadele ediyoruz. Tarih ve bu tarihteki sosyalizm teorisi önemlidir, öğrenilmesi gerekir. Geride kalmıştır, bunun da bilinmesi gerekir.

Biz ne bir mücadele tarzının, ne bir örgüt tarzının, ne de bir teorinin gözü kapalı hayranları değiliz. Mücadele tarzları değişir, örgüt yapıları değişir, teoriler de değişir.

Başarısız olan gider, başarılı olan kurulmaya çalışılır.

Bilimsellikten söz ediyorsanız asıl bilimsellik budur.

Aksi durumda Einstein’ın dediği gibi, “Sürekli aynısını yaparak farklı sonuç alacağını sanmak aptallık göstergesidir.”