Şuanda 68 konuk çevrimiçi
BugünBugün900
DünDün2294
Bu haftaBu hafta6872
Bu ayBu ay40609
ToplamToplam10157164
Mahir Çayan'ın çok gerisinde kalmak PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Cuma, 29 Ocak 2021 08:50


Mahir Çayan’ın yıllardan beri ihmal edilen hatta yokmuş gibi kabul edilen önemli bir özelliği vardır: entelektüel yön. Mahir Çayan yıllardan beri devrim stratejisi ve silahlı eylemleriyle konuşulup tartışılırken, bu yönü üzerinde genellikle durulmamıştır. Başka bir deyişle THKP-C’nin 1971’de kiminin doğru kiminin yanlış bulduğu eylemleriyle –THKO ile birlikte ama daha kalıcı olarak- toplumda ve sosyalist harekette yarattığı büyük etki bu entelektüel yönü gizlemiştir. Bu bağlamda –bir tanesi dışında- THKP-C kökenli örgütler eylemleriyle ve kitlesellikleriyle övünmüşler ama teorik bazda kayda değer gelişmeler gösterememişlerdir.

İki uç örnek vereyim: bir tanesi silahlı eylemin öne çıktığı MLSPB, Eylem Birliği, Devrimci Sol gibi örgütlerdir. İlk iki örgüt yazılı olarak eylem bildirileri ya da bunların genişletilmiş hallerinden ilerisini üretemezken, son örgüt dergi çıkarmış ama kayda değer bir şey üretememiştir. Sayfa doldurmakla yazmak birbirinden farklıdır.

İkinci örnek olarak en kitlesel örgüt olan Devrimci Yol verilebilir. Bunlar da dergi çıkarmıştır ama sayfalarda saf polemik ve muhalefet yazılarından fazlasını bulamazsınız. Her iki kesim de önemli denilebilecek bir kitap yayınlayamadığı gibi akılda kalacak tek yazı üretememiştir. Varsa yoksa eylem ve kitlesellik her şeyin üzerine örtmüş ve teorik olarak sığ örgütler ortaya çıkmıştır.

Sosyalist hareketin entelektüel yönden gelişmiş bir hareket olduğu söylenemez, daha kötü sığlık örnekleri de vardır ve THKP-C çizgisi de değişik bileşenleriyle bu özelliğin dışına çıkamamıştır.

Mahir Çayan’ın entelektüel özelliği sadece çok yazmış olmasından kaynaklanmaz; O yeni olanı anlamaya çalışmış ve özgün formülasyonlar yapmıştır.

Birincisi; 1970’te sosyalist harekette ülkenin kapitalist olduğunu söyleyen iki örgüt vardır: TİP ve THKP-C. THKO dahil kalan bütün örgütlerin –ister klasik politik kitle çalışmasını isterse silahlı eylemi temel alsınlar- ortak özelliği, ülkenin yarı feodal yarı sömürge yapıya sahip olduğu saptamasıdır. Bir ülkenin sosyo-ekonomik yapısını dolayısıyla da devrimin karakterini ve sınıf ittifaklarını yanlış belirliyorsanız, savunduğunuz doğru bazı saptamaların önemi azalır. Bu durumu Kaypakkaya örneğinde açık olarak görmek mümkündür. Kemalizm, Ermeni soykırımı konularındaki doğru belirlemeleri vardır ama devrim anlayışı yanlıştır ve belirleyici olan da bu yanlıştır.

Mahir Çayan da Kesintisizler öncesindeki yazılarında ülkenin yarı sömürge yarı feodal olduğunu savunur. Kişinin entelektüel kapasiteye sahip olmasının önemli özelliklerinden birisi de kendini aşmayı bilmesidir. Bu aşma pratikte Mihri Belli ve Ulusal Demokratik Devrim anlayışından kopmayla gelişecektir. Bu kopmanın bütün boyutlarıyla gerçekleştiği söylenemez ama yine de açık kopma vardır. Mesela Kesintisiz Devrim II-III’te Mahir Çayan anti emperyalist anti oligarşik devrimi savunurken bunun MDD’den çok da farklı olmadığını söylemiş; diğer yandan ise MDD’nin özünü temsil eden toprak devrimini savunmamıştır. Kısa sınıfsal analizinde tarımdaki sınıfsal ayrışmayı açık olarak belirtmiş ve tarım burjuvazisini devrimin hedef güçleri arasında görmüştür. Bunun adı tarımda sosyalist devrim demektir.

Mahir Çayan öğrenen ve kendini geliştirebilen bir insandı; bu gelişme zikzaklarla yürümüştür ama gerçekleşmiştir.

Yine Mahir Çayan anti emperyalist anti oligarşik devrim anlayışıyla yeni tür bir devrimi, sosyalist içerikli demokratik devrimi savunur. Devrimin demokratikliği işçi sınıfı ve yoksul köylülüğü aşan bir sınıfsal bileşime sahip olmasıdır.

Mahir Çayan’ın başka örgütte bulunmayan önemli teorik bir başka katkısı emperyalizmin bunalım dönemleri tahlilidir. Mahir bu tahlili büyük oranda SSCB Bilimler Akademisi’nin kitaplarından alır ama devrim stratejisiyle bağlayarak geliştirir de. Bu bağlamda emperyalizmin üçüncü bunalım dönemi –SSCB kaynaklı yayınlardan farklı olarak- sadece emperyalizm tahlili değildir, bu tahlilin emperyalizme ve yerli oligarşiye karşı mücadeleyle bağlanmasıdır. Burada belirleyici olan ekonomik değil, ekonomik ve mücadele tarzı bağlamında politik ve örgütsel analizdir.

THKP-C’nin izleyicisi örgütler için ilginç olan konunun hemen hiç anlaşılmamış olmasıdır. Mahir Çayan’da emperyalizmin üçüncü bunalım saptaması dünya analizinin temelidir. Sadece üçüncü bunalım dönemi derseniz, fazla bir şey söylemiş olmazsınız.

Entelektüel kısırlık yıllarca önce söylenende çakılıp kalmayla da kendini gösterir. Üçüncü bunalım dönemi son bunalım dönemi değildir, emperyalist sistemin işleyiş mekanizması değişir ve bunalım dönemleri de değişir.

1975 yılında yayınlanan Türkiye Devriminin Acil Sorunları’nda (TDAS) bunalım dönemlerini birbirinden ayıran kıstasları inceledikten sonra (bu inceleme Mahir Çayan da yoktur), dördüncü bunalım döneminin şekillenmekte olduğundan söz etmiş ve hatta bunu ayrı bir başlıkta da belirtmiştim. İlker ve Necati itiraz ettiler. İtirazları başlığaydı, içeriğe değil. Üçüncü bunalım döneminde önemli gelişmeler ortaya çıkmıştı ve bunların belirtilmesi doğruydu ama insanların daha üç’ü bile anlamadığı şartlarda dörtten açık olarak söz etmek gerekmezdi; şimdi değil ileride yapılabilirdi.

İtirazı doğru bulup başlığı çıkartmıştım. Yine de anlayan anlıyordu.

2000’li yılların başlarında eski Devrimci Yol’cu bir gruptan şöyle bir belirleme duyacaktım: 1975 sonrasının günümüze kalabilmiş tek yapıtı TDAS’tır ve 4. bunalım dönemi belirlemesidir.

Hem doğru hem yanlış bir tespitti. Doğruluğu ayrıntılı emperyalizm analizi ve buradan çıkarılan sonuçlar iken, yanlışlığı 1975-2000 arasında dünyada olan önemli değişimi değerlendirmemesiydi. Bunalım dönemlerini birbirinden ayıran kıstaslar temelinde bakarsak; 1989’da sosyalist sistemin çözülmesi ve tarihe karışmasıyla birlikte emperyalist sistemin iç işleyişi, emperyalist ülkelerle diğer ülkeler arasındaki ilişki, kapitalizmin işleyiş tarzı (neo liberalizm) değişmişti. Dolayısıyla artık 4. değil 5. bunalım döneminden söz edilmesi gerekirdi.

Bunu söylemek yetmiyor, emperyalizm analiziyle örgütlenme ve mücadele tarzı arasındaki ilişkiyi de yeniden incelemek gerekirdi.

Alt emperyalizm konusu üzerinde neden bu kadar durduğumu sanıyorsunuz. Bu konuda çok sayıda makale ve iki kitap yazdım. Alt emperyalizm, Türkiye’ye özgü olmadığı gibi yükselmesi de 1990 sonrasındadır. Bu incelemenin emperyalizm tahlili ve mücadele anlayışıyla bağını anlamamış olanların, üçüncü bunalım dönemi analizinin sadece ekonomik analiz olduğunu sananlardan farkı bulunmuyor.

TDAS’ta (1975) emperyalizm tahlilini geliştirip bütünlüğe kavuştururken, bu tahlilin aynı kalmayacağını ve sürekli değişeceğini de unutmadım. Bunun son adımı (tek adımı değil) alt emperyalizm analizidir. Türkiye alt emperyalizminin yarattığı büyük ekonomik ve psikolojik etki vardır. Ekonomik etki, Türkiye’nin bölgesel hakimiyetiyle birlikte dışarıdan ülkeye giren (özellikle Katar’dan) yüksek miktarda paradır. Psikolojik etkiyi ise partilerin mevcut oy oranlarıyla ilgili araştırmalarda görüyorsunuz. AKP’nin oyu yüzde 40 civarında, Erdoğan ise yüzde 50 civarında…

Ekonomik durum kötüdür ve çok sayıda analiste bakılırsa ülke ekonomisinin çoktan batmış olması gerekirdi ama ülkeyi bu duruma getirenlerin halen sahip oldukları yüksek oy oranlarında başka bir şey görüyoruz. Rakamlar bire bir doğru olmayabilir ama AKP ve Erdoğan için yüksektirler.

Sosyalist harekette TDAS tarihsel bir kitaptır ama yazılmasının üzerinden 45 yıl geçmiştir; dünya, bölge ve ülke çok değişmiştir. Geliştirilmesi ya da güncellenmesi gerekiyordu. Bunu da 40 Yıl Sonra TDAS kitabında yaptım (TDAS ve 40 Yıl Sonra TDAS metinleri www.tdas1.blogspot.com adresinde pdf olarak bulunabilir.) Yeniyi öğrenmez, ne kadar iyi olursa olsun eskiyi tekrarlamakla yetinirseniz, eskirsiniz.

Son olarak THKP-C çevresindeki az gelişmişliği başka bir örnekle de göstereyim.

TDAS konusunda yıllardan beri ilginç bir değerlendirmeyle karşılaşırım. Sosyalist hareketin THKP-C kökenliler dışındaki yapıları TDAS’ı bilir ve kimin tarafından yazıldığını da bilir. THKP-C kökenlilerde ise (tümüyle olmasa bile)  “bu kitabı bir ekip yazmıştır” anlayışı hakimdir. Uzun bir dönem bu belirlemenin değişik örgütlerin bana olan anlamsız tepkilerinden kaynaklandığını düşündüm. Bunu Yazın Dergisi konusunda da yaşamıştım: “büyük örgütler bile böyle bir yayın çıkaramazken küçük bir grupla bunu nasıl yapabiliyorsunuz?” Bu meraktan çok haset sorusuydu, anlaşılıyordu. Sen de yap, engel olan mı var?

Ardından “TDAS’ı bir ekip yazmıştır” belirlemesi yapanların bir kitabın nasıl yazılacağını bilmediklerini fark ettim. Onlara göre bu çapta bir yapıtı tek kişi yazmış olamazdı.

İngilizce, Fransızca, Almanca gibi dünya çapında geçerli dillerden en az birisini politik içerikli bir kitabı anlayabilecek kadar bilselerdi, karşı yönde çok sayıda örnek gösterebilirdim. Bu dillerdeki önemli bütün kitaplarda başlangıçta yazar şöyle bir belirleme yapar: kitabı yazarken değişik kişilerle tartıştım, fikirlerinden yararlandım, hepsine teşekkür ederim ama kitaptaki olası eksik belirlemelerin sorumlusu benim…”

Kitabı ekip değil o kişi yazmıştır ve bunu yaparken de tabii ki başkalarıyla tartışmıştır.

Hele de bir örgüte mal olmuş kitaplarda, broşürlerde bu özellikle geçerlidir.

Örnek olarak İlker Akman’ın Mevcut Durum ve Devrimci Taktiğimiz’i alın. Yazılma sürecinde defalarca tartıştık ama sonuçta O yazdı, ikimiz yazmadık.

Ekiple kitap ve hele de önemli kitap yazılmaz, kitabı kişi yazar ama yazarken tabii ki çok sayıda kaynağı okur (ve yazdıklarında bunlara referans verir) ve değişik kişilerle de tartışır. Başka türlü de olmaz.

Mahir Çayan yazarken kimseyle tartışmamış, fikir alışverişi yapmamıştır mı sanıyorsunuz? Yapmıştır ve bunlardan bir bölümüne 1970 yazında Ankara’da Kırmızı Aydınlık dergisinde çalışırken şahit de oldum. Sonuçta yazılanı O yazmıştır, şu veya bu genişlikteki ekip yazmamıştır.

Bu kadar geri bir konuyu konuşmak bile THKP-C’nin bilgi birikimi ve entelektüel yönden içinde bulunduğu durumu göstermek için yeterlidir sanırım.