Şuanda 212 konuk çevrimiçi
BugünBugün1726
DünDün1137
Bu haftaBu hafta5446
Bu ayBu ay26448
ToplamToplam10188502
Şiirde zamanın kapısı PDF Yazdır e-Posta
İsmet Yüce tarafından yazıldı   
Pazartesi, 15 Ocak 2018 17:39


‘Tarih öncesi köpekler havlıyordu

Aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk’ –

Cemal Süreya; Dersim Sürgünü ’38

Şair Canan Aktaş’ın ‘Tenimde Kırlangıç Uykusu’ adlı kitabından sonra; ikinci şiir kitabı: ‘Bize Ait Olmayan Zamanlar’, Meşe Yayınlarında çıktı. Kitap, Ünlü Ressam Enis Aktaş’ın sadece kitaba ve şiirlere özgü gravür-desenlerle basıldı. Soyut-Figuratif resim sanatının yaratıcı ustasının bu kitap için, şiirlere yolaçan tarzda çizgileri şiir–resim patikasının bağlantıları gibi görünüyor. Şiire melek-kadın kanatları takıyor, desenlerde bile Şairin şiirlerinin yolu takip edilerek bir gelecek zamana varılabilir. İlk bir kaç şiirden sonra:

‘bizimkisi ölü şairlerin

seslendiği yer

acıyor mu şimdi’

Bölgeye ve zamanımıza sorulan bir soru gibi başlıyor. Hem yolculuk hemde tarih içindeki şimdiki zaman yolculuğuna böylece çıkıldığı anlaşılıyor. Aslında izleyebilmek için yol haritasına da ihtiyaç var, ’38 e gidilebilir:

‘ait olamadığın bir ormanda

kayboluyorsun.

yaşamın kurşun delikleriyle dolu

her tarafını sızlatıyor

zamanını tüketmiş kurtlar.’

İşte tam burada: ‘tarih öncesi’ uzak sesler duyuluyor. Şair coğrafyamıza ve kayıplara ilişkin tanımlar gibi bütün kitapta iki kelime sizi acıtıyor. Birisi ’acı’ öbürü ‘zaman’ kullanılan en çok bu iki kelime, Elias Canetti özeti de oluyor. Körleşme den Sesler oluşturan öyküler diziliyor. Bir tek şiirde nasıl Bilge Karasu özetleniyorsa, Canetti şiirinde de Canetti’nin bütün kitaplarını özetlenmiş oluyor. Zaten zaman-acı-biz, kendisi bir şiir oluşturabilir. Bölümlere ayrılmış, zaman ve acı ile örülmüş bir öykü var, hayat öyküsü, bu üçlemede kitabın bölüm başlıkları öyküye yol gösterir gibi. Birinci bölüm ’hayat’ ,ikinci bölüm ise ‘Yüz’ diye başlıyor. Bu beş kelimeyi ortaklaşa bölgemiz ile bağlantılı düşünelim. İşte ortaya böylesi bir anlatım-öykü çıkıyor. Yeni zamanların çıkışsızlığı ve labirentine varır:

‘kaplumbağalar gibi tersinden

çarpıyorsun ayaklarını

dönebilmek için

binlerce kere

aynı kelimlere

tekrarlanan bir yaşamın döngüsü

olur mu?

Kocaman elleriyle’

Eğer Bilge Karasu yazın-felsefesine aşina değilseniz, dizileri tanımada yeterli olabilir:

‘Bir kedi yürür önümden

Bilge Karasu’nun ayak izlerini bırakır.’

Dengbejlere uzanır, sır gibi görünen bu tarzın anlatımını verir. Yolunu Ahmedo’ya bile çıkarabilir. Burası Hakkari mi? Diye sorabilirsin.

‘dilindeki sözü satardı birzamanlar

bastırıp saman kağıdına,

iki köşesine nakışlar vururdu

sözün kaçmasın diye sevdalar

yazgılar kaçmasın diye

yollarda kovalardı yüreğini’

Sınırsızlık uğraşında en çok sınırların olduğu ve en çok da yapay sınırlardan oluşan bir yerden gelince buna ilişkin belirlemeler kaçınılmaz oluyor. Kimi Halklara sınır verilmez, kimi Halklar çok sınırlarla ayrılmak durumda bırakılırlar. Ülkenin ve dünyanın çoğalan sınırları, iz tarlaları, ellerinde yürekleri, güçsüz çocuklar. Sınırları geçerken ’tellerde/kanım kalsın; ağrısı bende kalsın’ derler. Bu sınırlarda en küçük bedenler en ağır teknikle yokedilirler.

Walter Benjamin, Pasajlar adlı kitabında: ‘düşman galip geldiğinde, ölüler bile kendilerini bu düşmandan kurtamayacaklardır’ diyor. Düşman Che’yi yok etmeye çalıştığında ellerini de yok etmek istedi. Kürdistan’da en çok mezarlara saldırılıyor. Uçaklarla Lice mezarlığı birkaç kere bombalandı. Şiirlerde yenilme-yenilmeme ile ilgili bölümler unutmama, yenilmeme, unutmama üçlemesi ile kendisini oluşturuyor. Ancak böyle düşmandan ölülerimizi kurtarabiliriz. Unutmayarak veya daha iyi unutmayarak.

‘onlar bizi unutmaz bizde unutmayalım

ölülerimizin yanından geçiyoruz durmadan

sıkışan yüreğimizle

albümlerce insan tanıyoruz ölü

biz unutmadık daha

hadi kalk gidelim’

Şehitler albümlerine veya Ülkede mezarlıklara bakarak tanıdık aramak, biz böyle bir kuşağın insanlarıyız. Şairde bunu çok derin izliyor. Roboski bir ölü çocuklar vadisidir. Şiirde yeri bununla netleştiriyor.

‘sınırlar geçer yalnızlıklarından

sınırlar gölgelerinden

çocukların gövdeleri gibi

böler ekmeğin gölgesinde

seni sen yapan acır’. Burada, Şairin birinci kitabında ’ölüm böyle birşeydir/herhalde diye düşündüm/şiiri bile donduran’ dizeleri çıkıp geliyor. O çocukları sarmalamak için.

Kayıplar ve çıkış arama uğraşı, yabancılaşma düşünce ve pratiğinide beraberinde getiriyor. ’İçimin insanları ölüyor birbir/beynimize akan gözlerimizle/hep arka sıralara koyuyorlar benliğimizi’. Şiirler geçmişten günümüze ahenkli bir tanımlama oluşturuyor:

‘Sonra sen unutulmuş bir tarif gibi

şiirimin bir yerinde,

rüyalarımın suskun kraliçesi gibi

gelir dinlenirsin

sandalyemde’

Bir ırgatın gün batarken eğilip doğrularak inceden ekin biçmesi ritminde şiirlerden, kendi geçmişine ve kendi geçmiş şiirine göndermeler nasıl bir yer tutar bu konuda biraz kararsız kaldım. Hem Şair, kendi önceki şiirlerine hem de çeşitli şairlerin şiirlerine göndermeler yapıyor. ’Güvendiğim zamanlardan kalma/ -geyikli gece- vardı’, örneğinde ve bir yerde kullanılan ‘global’ sözcüğü bahsedilen bu incelik ritim ve dokumada biraz fazla kaçmış gibi duruyor. Bu güçlü bağlantıları olan şiirlerde sanki tarzı bozan kelime ve gönderiler resimdeki duruşu biraz zorluyor. Yaralı hayvan imgelerinin işleniş biçimleri de bu eleştiriye eklenebilir.