Şuanda 20 konuk çevrimiçi
BugünBugün445
DünDün1049
Bu haftaBu hafta1494
Bu ayBu ay26614
ToplamToplam10143169
Ulusal kapitalizmden küresel kapitalizme / 14 PDF Yazdır e-Posta
İdris Köylü tarafından yazıldı   
Çarşamba, 05 Temmuz 2017 17:42


-DEMOKRASİDEN FAŞİZME-


“Devlet” olgusunun görünen yüzünün meşru hukuk normlarına uygunluk gösterdiği dönemlerle sınırlı olarak “temiz bulan” burjuva demokrat aydınları, kapitalizmin artan bunalımlara ve içinden çıkamadığı krizlere paralel olarak yükselen sınıf mücadelesi karşısında gerçek yüzünü sergilemekte duraksamayan devletin, o “meşru hukuk normlarına uygunluk gösterdiği” dönemleri pek severler ve kitlesel hareketlerin yükselişi karşısında bütün zor güçlerini sahneye süren devleti temize çıkarmak için bu durumu “ derin devlet” terimiyle açıklamaya çalışırlar. Devletin “meşru” görünümlü yapısının altında sakladığı sopanın etrafı kırıp geçirdiğine görünce de şaşar kalırlar. Kaldı ki, burjuva demokrat aydınların bu yaklaşımının dayanakları, her ne kadar bugün için ulusal kökenli tekelci burjuvazinin ve küresel burjuvazinin hatırlamak bile istemedikleri, düne ait bir zaman dilimi içinde bu kesimin yönetmek için “meşru görünümünü” aşmaya ihtiyaç duymadığı, burjuva demokrasisinin kurum ve kurallarıyla işlerlik gösterdiği merkez kapitalist ülkelerdir. Bağımlı, geri bıraktırılmış ülkeler, burjuva demokrasisi açısından ayrı bir kategori olarak incelenecek olmasına karşın, burada hemen değinilmeli ki, bir zamanlar merkez kapitalist ülkelerde işlerliği olan burjuva demokrasisi, işlerlik açısından emperyalizme bağımlı, geri bıraktırılmış ülkelerde hiçbir zaman söz konusu olmamıştır. Bu ülkelerin bütün tarihi sivil görünümlü ya da doğrudan askeri faşist diktatörlüklerin hüküm sürdüğü bir tarihtir. Burjuva demokrat aydınları bu ülkelerde neden burjuva demokrasisinin vücut bulamayacağını irdelemek yerine, bir zamanlar mevcudiyeti tartışılmaz olan merkez kapitalist ülkelerdeki demokrasi şablonunu emperyalizme bağımlı, geri bıraktırılmış ülkelere yapıştırıverirler ve gördükleri manzara karşısında da şaşkınlıktan dilleri tutulur. Evet, istek ve talepleri son derece masumanedir, bu masumane istek ve taleplerini de hep bir ağızdan koro halinde dile getirirler: Demokrasi istiyoruz… Örnek gösterdikleri bütün ülkeler merkez kapitalist ülkelerdir. Bir tek geri bıraktırılmış, emperyalizme bağımlı ülke örnekleri yoktur. Haklarını yemeyelim, bu ülkelerde de zaman zaman “demokrasi adına” yönetimler katından demokratik kırıntılar sunulmuştur, ancak yönetimler sıkıştıkları zaman kolaylıkla verdiklerini aynı kolaylıkla geri almışlardır. n
Demokrasi konusunda küresel kapitalizm geri bıraktırılmış ülkelerdeki sivil görünümlü ya da askeri faşist diktatörlükler ile merkez kapitalist ülkelerdeki “sivil demokrat” görünümlü yönetimlerin arasındaki uçurumun hızla kapanarak yer kürenin tümünün diktatoryal/faşist yönetimlere gebe olduğunu irdelemeye devam edelim.
Tekelci kapitalizmin 1990 lara verilirken kapitalizm açısından yeni bir olgu da kendini gösterecektir. 20. Yüzyılın başlarından itibaren tekelleşen ve bu tekelci yapısı gereği giderek uluslararasılaşan tekelci kapitalizm 21. Yüzyıl başlarında uluslar üstü/uluslar ötesi bir nitelik kazanarak tarihinin bütün dönemlerinde görülmeyen bir sermaye birikim sürecinin, büyümenin sancılarını, sermayelerin iç içeliğini yaşamaktadır. Bu durum bir yandan yeni pazarların açılmasını zorunlu kılarken, diğer yandan “ bütün yer kürenin ulusal sınırları ve bu sınırlar içinde siyasal bağımsızlığı olan devletler” açısından bir tehdit oluşturmaktadır. Bu olgu bir yandan merkez kapitalist ülkelerin ulusal kökenli tekelci burjuvaları ile küresel sermaye arasında bir çelişki yaratmaktadır. Uluslararası pazarları “ ulusal kökeni olmayan” küresel sermayeye kaptıran tekelci burjuvazi, kapitalizmin tarihiyle başlayan ve bu döneme kadar devam eden devlet yönetme geleneğine sahip tekelci burjuvazi, kendisini yutma, yok etme gücüne erişen küresel sermayeye, yeniden kamusal alandaki gücüne sahip olmak ve devlet üzerindeki egemenliğini yeniden kazanmak için harekete geçecektir. Küresel kapitalizm, büyümesine oranla ve ancak kendisini tatmin edebileceği bütün yer kürenin açık pazar olmasına doğru koşarken ulusal sınırların yıkılması hedefinde merkez kapitalist ülkeler de vardır. Hedef bütün yer kürenin küresel kapitalizme açık Pazar olarak yeniden yapılandırılmasıdır. Ulusal kökenli tekelci kapitalizmin programı ise “bağımlı, geri bıraktırılmış” ülkelerin ulusal sınırlarının kaldırılarak, kapitalist yayılmanın önündeki engellerin kaldırılarak bu alanların pazara katılmasıdır. Ancak kendi egemenlik alanlarının “komuta merkezi” olan merkez kapitalist ülkelerin” sınır bütünlükleri “korunmalıdır” ve iki kapitalist güç arasındaki çelişki tam da bu noktada keskinleşmektedir. Küresel sermayenin ekonomik/siyasi kültürel örgütlenmesi olan Avrupa Birliği içindeki çatlağın sebebi budur. Küresel serlaye bir yandan AB nin sınırlarını genişletme gayreti içindeyken, İngiltere, Fransa gibi AB nin belkemiğini oluşturan ülkelerde “AB” den çıkmak isteyen bu güç “Ulusal kökenli” tekelci burjuvazidir. Geri bıraktırılmış ülkelerin ulusal sınırlarının yıkılmasında tam bir ittifak içinde olan bu iki kesim kendi aralarında yer küre üzerinde egemenlik mücadelesine tutuşmuştur. Bu iki güç arasındaki çelişki ve ittifak bir bütündür ve ağır basan yön geri bıraktırılmış, emperyalizme bağımlı ülkelerin ulusal sınırlarının yıkılarak kapitalizmin yayılmasındaki engellerin kaldırılması açısından ittifak, küresel kapitalizmin ulusal kökenli tekelci burjuvazinin egemenlik alanlarının ele geçirilmesi açısından çelişkidir. İttifak/çelişki ikileminde belirleyici yön ittifaktır. Görünüme bakarak bu çelişkinin yeni bir “dünya savaşına” yol açacağı olasılığını ileri sürenler küresel kapitalizmin ekonomik ve siyasi alanda üstünlüğü ele geçirdiğini, gücünü pekiştirdiğini göz ardı etmektedirler. Ulusal kökenli tekelci kapitalizmin egemenlik alanları, kısa sayılabilecek bir zaman diliminde küresel kapitalizmin eline geçmiştir.
Yukarıda değindiğimiz geri bıraktırılmış ülkelerdeki otokratik/ diktatoryal yönetimlerle merkez kapitalist ülkelerdeki “ meşru, demokrasi” yönetimlerin aralarındaki uçurumun kapanarak bundan sonraki sürecin yer kürenin bütününde otokratik / diktatoryal, faşizan yönetimlere evirileceği kaçınılmaz görünmektedir. Ulusal kökenli tekelci burjuvazi ile küresel burjuvazinin tam bir ittifak içinde olduğu nokta tam da bu noktadır. Kapitalizmin gelmiş olduğu bu evrede, başkaca seçeneği yoktur. Kapitalizm açısından bu bir tercih değil, zorunluluktur. Devrimci sınıf hareketinin dünde kalmış, mevcut durumun pratiğine cevap vermekten uzak şablonlarının yırtılarak, yeni duruma uygun örgütlenme ve çalışma tarzının oluşturulması da aynı şekilde bir tercih olmaktan çıkmış, bir zorunluluk olarak kaçınılmazlık kazanmıştır. Bu yaklaşım kaba ulusalcılığı da, sınıfsal zemini olmayan ve kapitalizmi hedeflemeyen bütün etnik hareketleri de dışında bırakır. Aynı zamanda “ salt işçi sınıfçılığını da” dışarda bırakır. Teknolojinin ve iletişimin ortaya çıkardığı “mavi gömleklilerin” beyin emekçilerinin, toplumun kapitalist sömürünün dışına attığı sınıf ve tabakaların, kadın hareketinin, çevreci hareketlerin, kısaca düzene muhalif bütün güçlerin sınıf mücadelesinin içine çekilmesi konusunda yeniden düşünülmesini gerekli kılar. Ancak, bütün bu güçler işçi sınıfının açık, net tanımlanmış ideolojisinin yol göstereceği ve bunun asla tartışma konusu yapılmayacağı bir devrimci sınıf örgütünün örgütlülüğünde maddi bir güç oluşturabilir, hedefe ulaşabilir.