Şuanda 21 konuk çevrimiçi
BugünBugün572
DünDün1049
Bu haftaBu hafta1621
Bu ayBu ay26741
ToplamToplam10143296
Ulusal kapitalizmden küresel kapitalizme / 11 PDF Yazdır e-Posta
İdris Köylü tarafından yazıldı   
Pazar, 11 Haziran 2017 07:53


-DEMOKRASİDEN FAŞİZME-

 


Tekelci aşamaya girmesiyle birlikte, tarih sahnesine çıkarken ürettiği kendi değerlerine yabancılaşan, gericileşen kapitalizmin “ altın çağ” olarak adlandırılan 1960-1975 yılları arasında yeniden bir “yükselişe geçiş” ivmesi yakalaması, kapitalizmin sonunun yaklaştığına ilişkin tespitlerle çelişir mi?. Şayet sorunun kaynağı, sınıfsal/toplumsal çelişkilerin artmasında aranacaksa bu tespit bir çelişki olmayacaktır, ancak kapitalizmin sonuna yaklaşma sürecinin bir aşamasında kısa vadeli “sağlıklı” görünmesi mümkündür. Bu olgu ancak ölümünü geçici bir süre ertelemesi olarak görülmelidir. Adı geçen dönemde kapitalizmin sıçrayış yapmasının başlıca iki nedeni üzerinde durulmalıdır.
Birincisi, 2. Paylaşım savaşının yıkıntılarının ekonomiye kazandırdığı canlılıktır. Savaş sonrası Avrupa’nın harabeye çevrilmesi, milyonlarca insanın ölmesi, yersiz yurtsuz kalmasının yarattığı boşluktan giren sermaye kendisine yatırım alanı bulacak bu yolla semirilecektir. Yoksa savaşın yıkıntıları olmadan kapitalizmin tekelci çağda anılmaya değer bir sıçrama yapması beklenemez.
Bir noktaya dikkat: Yerküre pazar alanlarının yeniden paylaşımı aşamasında/ savaş öncesi mevcut alanlarda sıkışan sermayenin yarattığı bunalımdan kurtulması, bunalımın çözümüne uygun siyasal iktidar yapılanmasını da zorunlu kılar. Siyasal iktidar yapılanmasının sermayenin yoğunlaşmasıyla doğrudan ilişkisi vardır. Yoğunlaşma düzeyine uygun Pazar alanları bulamayan sermaye, kapitalizmin bunalım ve krizlerinin kaynağıdır. Pazarların yeniden paylaşımının ise bir tek çözümü vardır. Emperyalistler arası savaş. Bu savaşın hazırlığı ve sürdürülmesinin siyasal iktidar seçeneği faşizmdir. Başka türlü bu savaşın sürdürülmesi olası değildir. Faşizmin savaş ekonomisini inşa etmesi için ekonomiyi askerileştirmesi, çalışanların ücretlerinin düşürülmesi, kamusal harcamaların kısıtlanması, çalışma koşullarının ağırlaştırılması gerekmektedir. Bunun adı sömürünün yoğunlaşması demektir. Faşizm, İlk önlem olarak da işçi sendikalarını kapatır, ilerici devrimci güçleri dağıtır, demokratik hak ve özgürlükleri rafa kaldırır. Burjuva demokrasisi burjuvazi için tahammül edilmez bir “gereksizlik” haline gelir ve icabına bakılır. Yani, burjuva demokrasisine ilk saldırı işçi sınıfından gelmez, bizzat burjuvazinin kendisinden gelir. Yoğunlaşan ve yatırım/pazar alanı arayan sermayenin, bunalım ve krizlerine çözüm arayışının siyasal iktidar seçeneği faşizmdir. İkinci paylaşım savaşının pazarların yeniden paylaşımını dayatan Almanya ve İtalya’daki faşizmin iktidar olmasının nedeni budur. İleride konuya daha etraflıca dönmek kaydıyla, kapitalizmin tekelci aşamasına oranla, yoğunlaşması/birikimi küresel kapitalizm döneminde kat be kat artan ve artışına oranla girebileceği pazarlar da kalmayan, yer kürenin tümünü ağ gibi saran küresel kapitalizm döneminin siyasal iktidar biçimi burjuva demokrasisi olmayacaktır. Küresel sermayenin bu döneme uygun siyasal iktidar seçeneği otoriter yönetimler ya da faşizmdir.
İkincisi; ulusal kökenli tekelci kapitalizm, bir yandan kapitalist ülkeler arasındaki Pazar paylaşımı savaşından umduğunu bulamadığı gibi, diğer yandan birinci paylaşım savaşında SSCB’nin doğmasıyla pazarlarının bu kısmını kaybetmekle uğradığı pazar kaybına ikinci paylaşım savaşı sonrası yenilerini eklemiş ve Doğu Avrupada faşizmin yenilgisiyle pazarlarının üçte birini kaybetmiştir.
İkinci paylaşım savaşının yıkıntılarının ekonominin canlanmasındaki etkisinin yanında ortaya çıkan öteki faktörlere gelince, öncelikle sosyalizmin bir sistem olarak Batı işçi sınıfı arasında bir moral, prestij olarak görülmedik boyutlarda kabul görmesi burjuvaziyi ürkütmüştür. Avrupa Sosyalist/Komünist partileri hızla kitleselleşerek burjuva iktidarları tehdit eder hale gelmiştir.
Diğer yandan olanca kapsam ve şiddetiyle devam eden Antiemperyalist ulusal kurtuluş savaşları kapitalist sistemin boğazını sıkan ciddi bir tehdittir. Kapitalizm bir yandan kendi “iç ülkelerinde” işçi sınıfının iktidar tehdidi, geri bıraktırılmış ülkelerde ulusal kurtuluş savaşları ve SSCB ve sosyalist sistem tarafından kıskaca alınmıştır.
Savaş sonrasının yarattığı uygun koşullarda ekonominin canlanmasından yararlanan burjuvazi bir yandan sosyalizmin ve ulusal kurtuluş savaşlarının kitleler arasındaki prestijini kırmak, işçi sınıfının iktidar tehdidin önüne geçebilmek için adeta “şirinlik muskası” takmış, işçilerin ücretlerini artırmış, havada uçuşan tüketici banka kredileriyle iç tüketimi körükleyerek adeta “ refah adası” görünümü yaratmayı başarmıştır. “Kapitalizmin altın çağı” olarak adlandırılan 1960-1975 yıllarını kapsayan bu süreç kısa sürecek, kapitalizmin yapısal hastalığı bunalım ve krizler yeniden baş gösterecektir. Ekonomideki canlanmaya paralel olarak bu süreçte ilerici güçlerin toplumsal etkinlikleri artacak, burjuva demokratik hak ve özgürlüklerin sınırları da genişleyecektir. Öyle ki, önceki dönemlere kıyasla işçi sınıfının ve toplumun diğer çalışan kesimlerinin ekonomik/demokratik yaşamda ağırlıklarının daha çok hissedilmeye, yönetimlerde etkinliklerinin genişlemeye başladığı bu dönem siyasal demokrasinin sosyal demokrasiye dönüştüğü, ancak doğal olarak ömrünün kısa sürdüğü bir dönemin de adıdır. Bu dönem, burjuvazinin kâbusu olan sınıf mücadelelerinin tecrübesini edindiği, dersini iyi çalıştığı “öğrendiği” de bir dönemdir. Dönemsel ekonomik canlılıktan yararlanarak ekonomik/demokratik sendikal hakların kullanım sınırlarını genişletirken siyasal iktidar yapısını sosyalizmin ve ulusal kurtuluş mücadelelerinin yarattığı moral ve prestije kapatmıştır ve özellikle burjuva devlet mekanizmasına yönelik işçi sınıfının iktidar taleplerini bastırmaya yönelik faşizan tedbirlere başvururken, burjuva siyasal iktidara yönelik eleştirileri bile bastırma yoluna gitmiştir. ABD deki Mc Carty ve devamı dönem, burjuvazinin bu tavrının yansımasıdır. Yine aynı dönem uzun mücadele yıllarında Avrupa’da “iktidarı talep eden” sosyalist ve komünist partilerin “ehlileştirildiği”, mücadelenin sistemin sınırları içine hapsedildiği ve başarı sağladığı dönemdir. Kapitalizmin belki de en büyük başarısı mücadelenin sulandırılarak işçi sınıfı partilerini iktidar talebinden “ekonomik demokratik haklar” talebine indirgemesiydi. SSCB nin, kapitalist sistemin açıkça bir dayatması olan “glasnost/barış içinde bir arada yaşama” politikasını benimsemesi, Avrupa işçi sınıfı partilerinin ideolojik içeriklerini boşaltarak ne olduğu belirsiz (aslında çok da belirli olan) “sınıfın iktidarı” talebinden “Euro Komünizm” gibi sosyalizmin “olmazsa olmazlarından” vazgeçme noktasına getirmesiyle, kitlelerin burjuva iktidarlardan siyasal ve ideolojik kopuşunu yeniden telafi ettiği bir dönemdir. Burjuvazi, iktidarını korumanın mükemmel formülünü bulmuştur. Kitlelerin siyasal ve politik kopuşunun önlenmesi, fantastik demokrasi âşıklığı ve bunun borusunu öttüren “iyi eğitimli” hizmetkârlar sürüsünün sürekli seferberlik halinde sosyalizme ve sınıfın ideolojisine saldırılarının, üstünü örtme ve unutturma gayretlerinin sebebi budur. Kitlelerin burjuva iktidarlardan siyasal ve ideolojik kopuşun mezarlarına vurulan ilk kazma olduğunu iyi öğrenmişlerdir. O dönemde başlayan ve bunu yukarıda anlatılan şekilde başaran burjuva iktidarların korkusu siyasal ve ideolojik kopuşun gerçekleşeceği korkusudur. Ölüm döşeğinde sonunu bekleyen burjuvazi bu gerçeği herkesten daha çok bilmektedir. Bu nedenle sınıfın ideolojisinin maddi/örgütsel vücut bulması iktidarlar için bir kâbustur ve bu kâbusun uykularını kaçırmaması için üzerlerine korku yorganı çekmelerinin nedeni de budur. İnsanlık varlığının devamı için iki seçenekten birisiyle karşı karşıyadır. Ya küresel kapitalizmin “demokrasi diye yutturduğu” Kopenhag kriterlerini bir “demokrasi hapı” olarak yutacak ve yalnızca kendi geleceğini değil, bütün yer kürenin geleceğini ateşe atacaktır, ya da iyi kotarılmış bir yalan ve uyuşturucu reçetesi olarak yırtıp atacaktır.