Şuanda 10 konuk çevrimiçi
BugünBugün471
DünDün1049
Bu haftaBu hafta1520
Bu ayBu ay26640
ToplamToplam10143195
Ulusal kapitalizmden küresel kapitalizme / 10 PDF Yazdır e-Posta
İdris Köylü tarafından yazıldı   
Cumartesi, 03 Haziran 2017 07:50


-DEMOKRASİDEN FAŞİZME-


Faşizm, tarihin hangi sürecinde ortaya çıkmıştır, bu sürecin maddi ve toplumsal zemini nedir?. Bu zemin var olduğu sürece faşizm tehlikesi de varlığını sürdürecek midir?. Kapitalizm öncesi toplumlarda tanık olunan otoriter yönetimlerle faşizm arasındaki fark nedir?. Doğru bir sentez doğru bir analizin sonucudur. Yanlış başlangıçlardan doğru sonuçlar elde edilemez. Politik/siyasal süreçler kendisini doğuran, var eden maddi koşullar üzerinde ortaya çıkar ve toplumu şekillendirir. Tam da bu süreçte, ne daha geç, ne daha erken… Siyasal/politik sistemler, kendisini doğuran maddi koşulların özgün bir evresinde egemenlik araçları olarak bu maddi güç tarafından belirlenir, uygulama şeklini alır ve organize edilir. Bütün siyasal/politik sistemler bu maddi gücün üzerinde ortaya çıkar ve uygulama alanı bulurlar. Uygun olmayan bir maddi temel üzerinde bu maddi temelin doğurmadığı bir siyasal/politik sistem ne ortaya çıkar, ne de toplumlarda uygulama alanı bulur. Örneğin rekabetçi kapitalizm döneminin maddi koşulu üzerinde gelişen burjuva demokrasisi bu maddi koşulun ortadan kalkmasıyla da varlığını devam ettirir mi?. Antik Roma, Yunan demokrasileri gibi toplumun yalnızca bir kesimini, “özgür yurttaşlarını” işaret eden bunun ötesine geçmeyen ve toplumun bütün sınıfları için yalnızca siyasal/politik bir imge olan “arkaik demokrasiden” değil de, toplumun belli evresinde/kapitalizm evresinde ortaya çıkan ve toplumun bütün sınıflarını ilgilendiren “modern demokrasi” den söz edildiğine göre, madem ki demokrasi kapitalizme paralel ortaya çıkmış ve geliştirilmiştir, o halde bu gün de tüm yer kürenin egemen sistemi gelişmiş, ulusal sınırları aşmış küresel kapitalizm koşullarında kapitalizmin gelişmişliğine orantılı olarak demokrasilerin de bu oranda gelişmiş olması gerekmiyor mu?... Sorunun yanıtı elbette hangi demokrasiden söz ettiğinize bağlıdır ve egemen sınıfların tam da bu noktada verdiği cevap “ küresel kapitalizmin gelişkinliği oranında” yer kürede demokrasinin geliştirildiği ve demokrasiden mahrum ülkelere bu amaçla demokrasi getirildikleridir. Elbette okur bu iddiaya örnek bulmakta zorlanmayacak, kapitalizmin bunalım ve krizlerinin doruk noktasında olduğu paylaşım savaşları yıllarında neden faşizme başvurduğunu hatırlamasa bile, kapitalizmin demokrasi getirdiği ülkeler olarak hemen Yugoslavya’yı, Irak’ı, Libya’yı, Suriye’yi hatırlayacaktır. Bu nasıl demokrasi diye mızıkçılık etmek yok, Kapitalizmin demokrasisi bu… Size de isabet etmesi an meselesidir… Kitlesel kıyımlar, insanların ülkesiz bırakılması, kan ve vahşet kapitalizmin getirdiği ve getireceği demokrasinin sadece görünen sonuçlarıdır. Kapitalizmin ve sözcülerinin kanıksanmış riyakârlığından söz ediyoruz. Kapitalizme ilelebet ömür biçenlerin bu sonuçlar karşısında sadece insani nedenlerle bile kıllarının kıpırdayacağını ummak, beklemek saflıktır.
Faşizmi doğuran maddi koşul kapitalizmdir ve faşizm kapitalizmin çıplak görünümlü piçidir. Ortaya çıkışının özgün anı da kapitalizmin tekelci dönemidir. Bu özgün anın belirli süreçlerinde yenilgiye uğratılsa bile bu maddi koşul varlığını sürdürdüğü sürece faşizm de toplumların yaşamında yeniden –bazı ülkelerde sürekli ve olağan olarak-varlığını devam ettirecek demektir. Konu, bütün yer küre için günceldir. Bütün yer küre emekçi halkları kapitalizmin bulunduğu aşama itibariyle faşizmin eşiğindedir. Küresel kapitalizmin egemenlerin, toplumun bütününü saran manipülasyonlarından, saptırmalardan, hedef şaşırtmalardan başımızı kaldırıp kendi gerçeğimizle yüzleşmek durumundayız. Her bir ülkenin başta emekçi halkları olmak üzere sömürüye maruz kalan bütün halklarının gerçeği ile bütün yer küreyi zehirli ağlarıyla saran kapitalizmin gerçeği birbirinin tam zıddıdır ve bizim gerçeğimiz egemenlerin egemenlik araçlarıyla çarpıtılmakta, deyim yerindeyse kendi gerçeklerinin/egemenliklerinin peşinden dünya emekçi halkları açlığa ve ölüme sürüklenmektedir. Öyleyse şu kapitalizmin tarihsel sürecine geri dönüp, egemenlerin bilincimizi karartarak neden korunması gereken bir demokrasiden söz edilemeyeceği, ancak kurulması gereken bir devrimci/sosyalist demokrasinin sorunlarıyla karşı karşıya olduğumuz bilincinin açığa çıkarılması gerekmektedir. İrdelenen konu açısından kapitalizmin tekelci aşamasında merkez kapitalist ülkelerdeki demokrasilerin işleyiş ve sınırları üzerinde durulabilir. Kapitalizmin henüz “Ulusal” karakter taşıdığı ve ulusal sınırlar içindeki egemenlik araçlarıyla sömürgeler elde ederek uluslar ötesi pazar alanları elde ettiği dönem, kapitalist ülke grupların birbirleriyle “daha geniş pazar alanlarına sahip olma” isteğinin kendi aralarındaki çelişkilerin fiilen savaş alanlarına taşındığı dönemdir. Birinci paylaşım savaşı, kapitalist gelişimini geç tamamlayan Almanya’nın paylaşılmış pazarlardan pay istemesi ile başlayan, SSCB nin emperyalist/Kapitalist sistemden kopmasıyla ve ilk kez kapitalizme karşı sosyalizmin alternatif olmasıyla sonuçlanarak, kapitalist sermayeye pazarın bu alanını kaybetmiştir. Bu olgu biriken kapitalist sermayenin uygun pazar alanları bulamayınca bunalımının artacağının beklenen sonucudur. Birikim süreçlerinde yoğunlaşan sermayenin yatırım/Pazar alanı bulaması kapitalizmin ekonomik, siyasal/politik bunalım ve krizlerinin nedenidir. SSCB nin kuruluşu bir yandan kapitalizmin bunalım ve krizlerinin nedeni olan Pazar daralmasına neden olurken diğer yandan merkez kapitalist ülkeler işçi sınıfı açısından bir moral güç oluşturmuş, iktidar taleplerini daha kararlı ve daha kitlesel olarak ileri sürmüşler, burjuva iktidarları kıskaca almışlardır. Burjuvazi, kitlesel tepkilerin dozunu düşürmek ve kontrol edilebilir hale getirmek için işçi sınıfının ekonomik, demokratik, kültürel taleplerini kabul etmek zorunda kalmış, demokratik özgürlüklerin ve diğer demokratik hakların sınırları genişletilmiştir. Rekabetçi kapitalizmin “Liberal Demokrasisi” özellikle emekçi kesimlerin kendi örgütsel güçleri ve talepleriyle yönetime katılma, seçme seçilme haklarının kabul görmesi ile “Siyasal Demokrasi” aşamasına da bir geçiştir. Tekrar belirtelim ki bu dönem işçi sınıfı ile egemen burjuvazi arasında sert ve tavizsiz sınıf mücadelesinin sürdüğü, bir yandan egemen burjuvazinin kazanılmış haklara saldırılar başlattığı, öte yandan işçi sınıfının kazanılmış haklarının ve mevzilerinin korunup, yeni mevziler kazandığı dönemdir. Burjuvazi “kazanılmış haklara” rekabetçi kapitalizm döneminden farklı olarak kabul ve saygısından çark etmiş, ancak emekçi halklar kalesinin burçlarında önemli delikler açmayı da başaramamıştır. Emperyalist/Kapitalist devletler açısından ise pazarların yeniden paylaşımı ateşi yeniden alevlenmiş, bunun hazırlıklarına başlanmıştır. İçeride işçi sınıfının örgütlü güçleriyle mücadeleyi yükseltmeleri, sistemin dışında SSCB nin Pazar alanları dışına çıkması ve işçi devletinin merkez kapitalist ülkeler işçi sınıfına vermiş olduğu maddi ve moral destekle, mevcut iktidar biçimiyle varlığını koruyamama durumuna gelen egemen burjuvazi, varlığını koruma ve iktidarını sürdürmede yedeğinde tuttuğu militarist güçlere iktidar görevi vermiştir. Bu güçler öncelikle burjuva demokrasisi sınırları içinde bir yandan işçi sınıfı mevzilerini, kazanımlarını ortadan kaldırmaya yönelik saldırılar başlatırken, diğer yandan kendi “özgün iktidarının” koşullarını oluşturmaktadır. Burjuvazinin bu özgün iktidarındaki söz sahibi kesim tekelci burjuvazinin “en gerici, en şoven ve en saldırgan” kesimidir ve bu kesimin iktidarına hazırlık materyalleri de şovenizm, saldırganlık ve gericiliktir. Amaca uygun en yatkın toplumsal kitle ise hırsızlar, katiller, avantacılar, ipsiz- sapsızlar yani toplumun “en dip kesimleri” olan lümpen kesimdir. Irkçılık, din ve yalan en etkili propaganda silahıdır. Sınıf bilinçsiz kitleler bu silahla hizaya getirilir ve faşizmin inşasıyla birlikte yine bu silahlarla vurulur, yaşam hakları ellerinden alınır. Tekrar edelim ki bu dönem süreç olarak kapitalizmin tekelci dönemidir ve faşizm de egemen burjuvazi tarafından belirlenip, normları tanımlanan, belirlenmiş iktidar biçimiyle kapitalizmin ağırlaşmış bunalım ve krizlerine çözüm bulmadığı, mevcut ve meşru iktidar biçimiyle artık eskisi gibi yönetemeyen burjuvazinin yedeğindeki iktidar biçimidir. Öyleyse, faşizmin iktidar olarak ortaya çıktığı tarihsel kesit kapitalizmin bunalım ve krizlerinin ağırlaştığı ve mevcut, bilinen iktidar biçimleriyle bunalım ve krizleri çözemez duruma düştüğü dönemdir. Şimdi devresel bunalımların süreklilik kazandığı ancak belirli periyodik aralıklarla karşılaştığı krizlerini teknolojik ve diğer ataklarla savuşturan kapitalizmin, krizlerinin de süreklilik kazandığı ve bir türlü krizlerden kurtulamadığı küresel kapitalizm döneminin burjuva iktidar biçimi hangi siyasal/politik yönetim biçimine işaret edecektir. İşaretler açık ve okunaklıdır. Ancak konunun anlaşılması için ikinci paylaşım dönemi sonrasının irdelenmesinin küresel kapitalizm dönemine bağlanması, amacımız olan “ bugünün” anlaşılmasında bütünlük oluşturacaktır.