Şuanda 1829 konuk çevrimiçi
BugünBugün1025
DünDün1869
Bu haftaBu hafta4496
Bu ayBu ay37195
ToplamToplam10199249
Ulusal kapitalizmden küresel kapitalizme / 4 PDF Yazdır e-Posta
İdris Köylü tarafından yazıldı   
Salı, 21 Şubat 2017 18:44


 

-DEMOKRASİDEN FAŞİZME-


21. yüzyılın başlarında hani şu “ tarihin sonunun geldiğini” ilan eden meşhur liberalimiz , emperyalist/Kapitalist merkezlerin anlı şanlı Üniversitelerinin profesörü Francis Fukiyama, bu yazının kaleme alındığı tarihten sadece bir hafta önce , tarih ve toplum bilimin şaşmaz gözlemcileri Marks ve Engels’i küçümser eda ile, ilan ettiği “tarihin sonunun geldiğini ve sınıf mücadelelerinin bittiğine ” ilişkin “ o çok derin kehanetinden” çark ederek aslında ne dedi?. “Meşhur liberalimiz” diyoruz, çünkü Fukiyamanın eylediği kelam “kralım babanız zurna çalar mıydı” türünden, içini başka tür bir sözcük bulup dolduramadığımız düzeydedir ve böyle anılmasını hak ediyor. Fukiyamanın kralının zurna çalıp çalmadığını bilmiyoruz ama kendisinin yirmi beş yıl önce öttürdüğü zurnayla yirmi beş yıl sonra çaldığı zurnanın notalarının emperyalist/Kapitalizmin tarihteki son demlerini yaşadığını gizlemeye yönelik, panik içinde yanlış çaldığını itiraf etmesi yine liberallere has bir tarih okuması olarak anılacaktır. Fukiyamaya kızmıyoruz, çünkü o bir liberaldir ve öngörüleri de bununla sınırlıdır. Sadece “ tarihin sonu geldi, sınıf mücadeleleri bitti, yaşasın liberalizm” olarak özetleyebileceğimiz küresel kapitalizmi “ebedi” olarak ilan eden, Emperyalist/Kapitalizmin her dönemde, özellikle küreselleşmeye başlamasıyla geçmiş dönemlerini bile aratırcasına kendisini yalnızca savaş ve sömürü olarak kristalize eden, yer küreyi olduğu kadar gökyüzünü de kana boğan vahşetinin yeni farkına varmış olmalı ki, boyundan büyük eylediği “ tarihin sonunun geldiğini ilan eden” kelamının altında kalarak gösterdiği “ yanılmışım” mahcubiyetini anlamaya çalışıyoruz. O bir liberaldir, bütün liberaller gibi, geleceğin aydınlığından kapitalizmin karanlığına sığınan yarasalar gibi bir liberal… Bu yazı bir anlamda- anlamamak için ayak diremeyeceklerini umarak- liberallere Marksist bir okumadır. Öyleyse kaldığımız yerden devam edelim.
Kapitalizm, 18. Yüzyılda daha doğumu gerçekleşirken “baş ağrısı” ile doğmuştu ve kendisiyle birlikte tarih sahnesine çıkan işçi sınıfının sürprizlerinden habersizdi. Her ne kadar 19. Yüzyıla kadar bu yeni hasmının kayda değer bir muhalefeti ile karşılaşmadıysa da bu dönem işçi sınıfının kendisini tanıma, siyasal bilinç ve kendisi için sınıf olma bilincine erme dönemidir. Ekonomik talepli mücadelenin politik boyut kazanması, lokal mücadele alanlarının genişlemesi için bir yüzyılın geçmesi gerekecekti.
Ekonomik/siyasal sistem olarak kapitalizm kendinden önceki üretim biçimini tasfiye ediyor, rekabet temeline dayalı üretim gelişmesini sürdürüyor ve burjuvazi kendinden önceki iktidarın salt ekonomik/siyasi temellerini kazımakla kalmıyor, felsefi/ kültürel ahlaki dayanaklarını da yıkıyordu. Bilim ve teknoloji alanındaki gelişmeleri kültürel ve felsefi alandaki atılımlar izliyor, toplum burjuva değerlerle tanışıyordu. Hakkını teslim etmek gerekli burjuvazi bu dönem için ilericiydi ama ilericiliği kendisiyle, kendi sınıfının iktidarının önünü açmak ve pekiştirmekle sınırlıydı. İçinde bulunduğumuz küresel kapitalizm döneminde burjuvazinin neden kendi değerlerine, özellikle laisizme ihanet ettiğini anlamak için altını çizmemiz gereken husus, dinin kendi alanına hapsedilmesi, toplumsal yaşamdan etkinliğinin kaldırılmasını burjuvazinin bu dönemdeki ilerici karakterine borçluyuz. Bilimsel/Felsefi atılımlar, feodalizmin din üzerine kurulu iktidarını ve dinin toplumsal yaşamdaki yerini yaylım ateşine tutarak, dinsel doğmaların yerine pozitivizmi, akılcılığı ikame ediyordu. Esasen, bu dönemin burjuvazisinin ilerici bir sınıf olarak tarihte hak ettiği yeri almasının nedeni, toplumsal yaşamın dinsel doğmalardan kurtulmasındaki misyonudur. Laisizm, toplumsal yaşamın temel öğesi olarak bütün toplumun sınıf ve katmanlarınca yaşam tarzı olarak kabul edilirken, burjuva iktidarlar da toplumun bütün sınıf ve katmanlarının siyasal desteğini arkasında buluyordu.
19. yüzyılda işçi sınıfının “kendiliğinden sınıf” aşamasından “ kendisi için sınıf” aşamasına sıçramasıyla feodal değer yargılarına karşı oluşan sınıflar ittifakı yerini sınıf mücadelelerine bırakıyor, sınıflar ittifakı balayı da sona eriyordu. İşçi sınıfının kendiliğinden sınıf aşamasından kendisi için sınıf aşamasına sıçraması, politik bilinç demekti, sömürüye karşı emek mücadelesinin araç ve gereçlerinin ne olabileceği hususunda kafa yorması, tartışması demekti. Bütün bunların toplamı ise işçi sınıfının politik iktidara talip olmasının çok yönlü mücadele biçimlerini birlikte kullanma yetenek ve yeterliğine sahip örgüt bilincine varması demekti. Dahası salt kendinin bir sınıf olarak burjuva iktidarı devirecek güce sahip olmadığının, toplumun burjuva iktidarının mustarip ettiği diğer yoksul kesimleri ile ittifak etmesi gerektiğinin bilincine vararak, sömürünün ortadan kaldırılması için toplumun ezilen, sömürülen, yoksul kesimlerine bu taleplerinin haklılığını kabul ettirecek çok yönlü örgütlenme içine girmesi, burjuvazinin siyasal tecridinin sağlanmasına yönelik açık mücadele biçimiydi.
İşçi sınıfı cephesinde durum bu idi. Burjuvazi cephesinde ise üretim sektörlerinde daha zayıf olanlar daha güçlü olanlar tarafından yutuluyor, üretim araçlarında yeni teknolojiler üretime sokularak üretimin artması sağlanıyordu. Daha çok üretim için daha çok hammaddeye duyulan ihtiyaçlar için sınır ötesi ülkelerde sömürgeler elde ediliyor, sömürge ülkelerin yer altı ve yer üstü zenginliklerinin kapitalist ülkelere taşınmasıyla bu ülkelerdeki yoksulluk da giderek belirginleşiyordu. Bu olgu kapitalizmin serbest rekabetçi dönemden tekelci döneme girdiğinin de ilk işaretleriydi.
Feodal sömürgeci imparatorlukların fetih politikalarının üzerine kurulan Kapitalizmin sömürgeleştirme politikalarının bütün kıtasal Amerika’da/Latin Amerika’da top yekun direnişle karşılaşması sömürgeciliğe karşı Ulusal Kurtuluş savaşlarının da fişeğini çakıyordu. Anti emperyalist içerikli Ulusal Kurtuluş savaşlarının kıtasal ölçeklere, Asya’ya, Afrika’ya yayılması için 20. Yüzyılı beklemek gerekecekti.
Merkez kapitalist ülkelerdeki kapitalizmin tekelleşmeye başlaması, tarih sahnesine ilerici karakterle çıkan burjuvazinin de gericileşmeye başladığı dönemdir. Kapitalizm, tekelleşme ile birlikte, varlığını üretimi artırarak, üretici güçlerin gelişimini sağlayarak devam ettiremez duruma düşmüş, tersine tekelleşme olgusu üretici güçlerin gelişiminin önünde fren görevi yapmaya başlamıştır. Özel mülkiyet üzerine kurulu sınıflı toplumların ilericilik karakteri, üretici güçleri geliştirdiği orandadır. Üretici güçlerin gelişiminin engellenmeye, frenlenmeye başlaması ile egemen sınıflar da politik/siyasi, kültürel, ideolojik olarak ilericilik vasıflarını yitirir ve gericileşmeye başlarlar. Her sınıflı toplum gibi kapitalist burjuvazinin ilericiliği de buraya kadardı. Kapitalizmin emperyalist karakter göstermeye başlaması, kapitalizmi var eden artık değer sömürüsünü genişleterek işçi sınıfı dışındaki toplumsal tabakaları da sömürü ağının içine almasıyla çelişki, işçi sınıfıyla burjuvazi arasındaki çelişki boyutunu aşmış, toplumun bütün kesimlerinden burjuvaziye karşı hoşnutsuzluklar, tepkiler baş göstermeye başlamıştır. Emperyalist Kapitalistler bir yandan kendi aralarında amansız bir pazar paylaşımı kavgası yaşarken, diğer taraftan işçi sınıfı ve toplumun diğer kesimlerinin kuşatması altına alınmıştır. Kapitalizmin bu evresinde sınıf mücadelesi bütün boyutlarıyla ve evrensel ölçekte somut ve maddi bir aşamaya sıçrama gösterecektir. Gelecek bölümde değinileceği gibi burjuvazinin gericileşmesinin toplumsal yaşamdaki karşılığı yalnızca üretici güçlerin gelişiminin engellenmesi değil, tarihe mal ettiği bütün alanlarda, yönetimde, politikada, siyasette, kültürde, felsefede bütün alanlarda gericileşmesidir. Yani kapitalizmin emperyalizm aşamasıyla birlikte sona eren serbest rekabet, bu dönemin paradigması olan liberalizm de bu dönemle sona ermiştir. Küresel kapitalizm çağında liberalizmden söz eden Francis Fukiyama kadar, kendilerini liberal ilan edenlerin de iler tutar bir yanlarının olmaması bir yana, tarihsel misyonunu doldurmuş, ölüm döşeğindeki kapitalizme yaltaklık etmeleri “ ölüye karşı son görevlerini yapan cenaze cemaati” konumuna düşmelerinin nedeni budur.